kalemin ruhu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kalemin ruhu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2017

Dolmakalemin Ucunda



Yazının ruhu, denizci ve tüccar Fenikeliler sayesinde, 22 harf ile Akdeniz sularında yayılmaya başladı ve yeryüzü kültürünü genişletti. 

Bence kalemin ruhu ise ucunda ve mürekkeple olan ilişkisinde barınıyor. Kâğıt üzerinde gezinirken bizim ruhumuzu da inceltiyor, tıpkı mürekkep gibi incecik bir tabakanın içinde yayılıyoruz.

Geçenlerde bir kitapta yazının tarihiyle ilgili bir bölüm okurken dayanamayıp bir hatayı düzelteyim istedim ve Fenikelilerin ilk harfini çizdim.

Fotoğrafta da görüldüğü gibi kâğıda dokunan ucun çizdiği bir başka çizgi var, harfin içinde bir başka harf daha var, çizginin özü, mürekkep oradan yayılıyor.



Kültür ve sanatın da benzer bir temeli var, her şey orada kendine bir yer buluyor ve barınıyor: Güzellik, çirkinlik, incelik, kabalık derinlik, sığlık, bilgi, bilgisizlik.

Ben buna görgü diyorum. Çivi yazısı olmasaydı, belki kavramlar seslere dönüşemeyecekti, mağara duvarlarındaki resimler olmasaydı belki de fotoğraf makinemiz olmayacaktı, uygarlık bir başka yönde ilerleyecekti. Görgü, kalemin bıraktığı belli belirsiz iz gibidir. İsteyen bundan kendine güzel bir elbise çıkartır, isteyen üstündekileri yırtıp atar.  

23 Haziran 2014

Kalem, Kâğıt, Mürekkep



Her kalem bir ruha karşılıktır, her mürekkep bir vaktin görüntüsü.

Mürekkep kendi rengine bakmaz oysa, ona bakanlar kendilerini görürler. Mürekkep kendi inancını yaşar ve kimseyi güzelliğine inandırmak zorunda değildir. Kâğıt anlasın yeter.

Kâğıt ise içbükey bir zemindir.

Peki ama kâğıt ne anlar benden, senden? Ne anlar kırık bir kalbin öfkesinden, acısından ne anlar? Hiç anlamaz olur mu? Kâğıt, ilgilenmiyormuş gibi görünüp aslında içten içe dertlenen bir varlıktır. Ağlamıyormuş gibi görünüp, gözlerini kapatan, yalnızlığını içine döken birisidir. Sevilmediğini düşünüp, ölmeye yatan bir kahramandır kâğıt. Erikli tavuk yazın üstüne, gülümser. Dilinin ucuna gelen bir kelime yoktur.

Merdivensiz bırakıldığımız kör bir kuyudur kâğıt. Rengine aldanmayalım. Beyazın bir yerde insanı görmez ettiğini bilmemiz gerekir. Ancak karanlıkta açabiliriz gözlerimizi. Ruhumuzun kalemi uykuya doymaz, dünya üzerinde nasıl bir iz bıraktığını anlamaz bile bazen. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna'da bu durumu anlatmıştı.

Kağıt ile toprak arasında bir benzerlik var. Toprak kendi başına olmaktan mutlu, biraz su olsa hiç fena olmaz, yine de susuz da şekil değiştirip yine aynı yerde durabilir. Toprak kimseye ihtiyaç duymaz ama ağaçlar öyle değil. Onlar hem toprağa hem suya muhtaç. İnsan da ağaca benzer bir halde yaşıyor. Kâğıt beklemeyi biliyor, umurunda bile değil denebilir mi? Denemez.

Tabiat kâğıttır. Her yağmur, her fırtına bir iz bırakır üzerinde. Zaman, yalnızlık ve yalnızlığın her ilacı bir iz bırakır. Dokunuş bir ilaçtır. Kâğıt, özlem doludur, ağlamaz, kendini yerden yere vurmaz, ne kadar yalnız olduğunu hiç söylemez, suskundur, konuşmanın anlamsızlığını anlamış susmuştur. Kalem anlasın ister belki, mürekkep kendisini bilsin ister.

Mürekkep insanı bekler, onun kendine has bir şiiri vardır. Kâğıda sarılmak isteyen şiirdir mürekkep.

Güzel bir iz bırakmadan geçmek olmaz. İzler hiç silinmese de, her defasında bu izleri okumak bazen mutluluk bazen acı verse de, yine de izler önemlidir, "bir bakış bile yeterken" kimi izler yakıcıdır.

Bizler kalem gibiyiz, dünya defter gibi.

Her kalem bir gün kırılır. 

Mürekkep uçar, mürekkep dökülür.

Yazının da sonu var, o da unutulur. 

Kâğıt uzaklara dalıp gider, bir yangına kadar.

Mürekkep bizim arzularımız, kalem aynamız.

Boş defter olmaz olsun.