03 Aralık 2012

Dolmakalem tasarımcısı ve Omas 1453

Hani şu binlerce liraya satılan, sınırlı üretim üst düzey dolmakalemlerin tasarımcısı kimdir diye çok merak ederdim. Yaklaşık bir yıl önce (2011'in Mayıs ayı galiba) işte o kadar çok merak ettiğim tasarımcılardan biri ülkemize geldi. O zaman yazmak için bir kenara notlar almıştım. Kısmet bugüne imiş. Yıllanmış bir yazı okuyacaksınız. :)

Üst düzey dolmakalem dendiğinde, şöyle bir durup düşünüyorum. Bu dolmakalemlerin sadece iyi olmaları, üst düzey bir yazım kalitesine sahip olmaları gerekmiyor, çok daha iyi olmaları, az sayıda olmaları, yani koleksiyonluk değerde bir ürün olmaları gerekiyor. Elbette bir de üzerinde uzun uzadıya konuşulacak bir öyküsü olmalı.  


Üst düzey dolmakalemler için, "üst düzey yazım kalitesi" dedim, ancak bu kalemleri koleksiyonuna katanların amaçlarından birincisinin yazı yazmak olmadığı bir hakikat. 

Flaminia Angelone

Dolmakalem tasarımcısı denince, benim aklımda, tarihe, dünya kültürüne, mimariye, resim ve heykel sanatına meraklı, yaşlıca, güngörmüş, yakın gözlüğü kullanan ağır abiler veya beyaz saçlı ablalar figürü vardı. Bu nedenle sınırlı sayıda üretilen ve geçen sene ülkemizde satışa sunulan Omas 1453 kalemlerinin tasarımcısı ülkemize gelince çok şaşırmıştım. Tasarımcının adı, Flaminia Angelone idi ve hiç de hayal ettiğim gibi biri değildi. (Demek ki, akıl ve tasarım ruhu, yaşta değil baştaymış.)


Biraz da kalemden söz edelim: “1453, İstanbul’un Fethi” serisi Türkiye'den Arte Gioia ile saygın İtalyan kalem üreticisi OMAS’ın ortak projesiymiş. Bence İtalyanlara bırakılsaydı böyle bir isim vermezlerdi. Çünkü uzun yıllardır kullanılıyor fakat "İstanbul'un fethi" yanlış bir tanım. (Belki bu yüzden her sene 29 Mayıs'ta -takvim hatası, 7 haziran olmalı aslında, neyse- Topkapı semtinde garip kutlamalar yapılıyor. Bu biraz da şehrin halen ve inatla fethedilemediğini gösteriyor olabilir! Osmanlılar böyle kutlamalar yapmazken...) 

Fethedilen veya düşen şehre gelirsek, onun adı Konstantinapolis'ti. Bizans, o tarihte harita üzerinde bir 'imparatorluk'tu, ama neticede bir şehir devletine dönüşmüş olsa da, 1000 küsur yıllık, görkemli bir uygarlığın son yuvasıydı. Batılılar "Konstantinapolis'in düşüşü" diyorlar bu yüzden. 


Aslında, doğru olan ifade bizim "Konstantiniyye'nin Fethi" dememizdir. FountainPenNetwork üzerinde konuyla ilgili bir tartışma da mevcut, elbette batılılar bu tarihi olaya kendi gözlükleriyle bakıyorlar. (Zaten kim kendi tarihine nesnel bir gözle bakabiliyor ki?)

OMAS’ın ürettiği '1453, İstanbul’un Fethi' kalem serisinin çıkış noktası, fetih sırasında özel olarak döktürülen Osmanlı topları olmuş. Kalemin gövdesinde İstanbul'u ve Fatih Sultan Mehmed’i temsilen iki kabartma madalyon mevcut. (Bu kabartmalarla yazı yazmak pek müşkül olacaktır.) Kapağın tepesine Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası kazınmış (bence bu kalemlerin en güzel yanı işte bu). Altın uca ise, Ayasofya’nın muazzam kubbesini temsil eden bir figür işlenmiş.


Sınırlı üretim üst düzey dolmakalemlerin hepsinin ortak özellikleri var. Bunlardan biri ithaf edildikleri olay ve kişi ile ilgili sembolik miktarlarda üretilmeleri. Omas bu kural uyarınca, 3 ayrı koleksiyon hazırlamış. 1453 adet kalemin bulunduğu ilk koleksiyon gümüş üzerine altın yaldız kaplama, kapaklar siyah mine bezeli üretilmiş. 1000 adet pistonlu dolmakalem olarak (2.700 Euro); 453 adedi ise tükenmezkalem olarak tasarlanmış (2.500 Euro). olarak fiyatlandırılmış. İkinci koleksiyonda 29 adet, pembe altından ve gövdeleri siyah mine bezeli kalem var. Bunlardan 20 tanesi pistonlu dolmakalem (19.000 Euro), 9 tükenmez kalem ise (18.000 Euro). 

Beyaz altın ve pırlantayla tasarlanan üçüncü ve en üst koleksiyonda sadece 5 adet pistonlu dolmakalem var. Gövdesi kızıl mineli olan “1453, İstanbul’un Fethi” serisinin bu yükte hafif pahada ağır dolmakalemlerin beherinin fiyatı ise 26.000 Euro.

Kutuların kapağındaki kalyon resmi çok güzelmiş.
Fiyat kısmını bilhassa yazdım ki, neden bu tarz kalemlere mürekkep bulaşmadığı, neden kasada saklandığı anlaşılsın. :)

Sınırlı üretim dolmakalemler bir iftihar vesilesi olabiliyor, fakat yazı yazmayınca bir heykelden farkı yok diyerek perdeyi kapatıyorum.

01 Aralık 2012

Akla kara arasında



Güzel yazı yazan, el yazısı güzel olan insanlara hayranım.  

Ama ben hiç güzel yazmak istemedim.

Haftada bir, dolmakalemi, yazıyı, mürekkebi seven dostlarla bir pastanede buluşuyoruz. Güzel yazmaya özenen arkadaşlarıma sevgiyle bakıyorum. İçimde arada sırada "keşke ben de böyle yazabilsem" duygusu kabarıyor. Ama aslında, kendimi kandırıyorum sadece. Ben hiç güzel yazmak istemedim. 

Bir arkadaşım, geçen gün el yazımı beğendiğini söyleyince çok şaşırdım. Acaba farkında olmadan yazı yazmada ustalaşmış mıydım? Telaşla defterlerime baktım. İçimi kemiren sorunun yanıtını, aynada kendime bakar gibi gördüm: Bir sorun yoktu. Ustalık yoktu. İyi yazamıyordum. Anladım ki, bu fikir, arkadaşımın güzelliğinden ileri geliyordu sadece. Rahat bir nefes aldım.

Güzel yazmaktan hoşlanmıyorum. Hep aynı boyutlarda yazı yazmak bana göre değil. Aynı ritmi tutturmak hele, hiç içime sinmez. Peki ya her defasında aynı harfleri yazmak? Kalsın, istemem. 'Beceriksizliğimden değil' demek isterdim, fakat elbette becerikli değilim, başka nedenleri var.

Ben harflerin farklı hallerini seviyorum. Bin türlü 'a' yazabilirim, bin türlü 'b' yazmak isterim. Harfleri sıkıntı verici kalıpların dışında, bazen eğri, bazen yamuk yazmayı severim, bu özgürlüktür benim için. Bu yüzden her zaman aynı şekilde yazmak bana göre değil. Ne yapayım, canım sıkılıyor, aynı hali görmek içimi daraltıyor. Yazı da, mürekkep gibi akmalıdır. Harflerimiz asker değil. Yazı sivil olmalı, gönlünce akmalıdır. Zaten emir-komuta zincirine uymaz harfler, çıplaktır, utanması da yoktur. 

Yazı yazmayı seviyorum. Daha çok çizgisiz, ak kağıtlara yazmayı seviyorum. Mürekkebin kağıdın üzerine dökülmesinden acayip bir şekilde hoşlanıyorum. Mürekkebin kağıdı öperek dağılmasını seviyorum. Dolmakalemin içindeki fikir yumaklarını çözmekten hoşlanıyorum. Aklımda gezinen kimi boş, kimi saçma düşüncelerin ve boş hayallerin kağıdın yüzeyinde belirmesini seviyorum.  

Yazı yazmanın kendisi güzel, yazının güzel olması gerekmiyor.   

Lakin, güzel yazan, el yazısına özenen insanlara hayranlığım devam ediyor, orası ayrı.