yazma alışkanlıkları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazma alışkanlıkları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Temmuz 2017

Kalem Tutma Biçimleri




İlk kez sol eliyle yazı yazan birini gördüğümde çok şaşırmıştım. Bunda çocuk olmamın da etkisi vardı kuşkusuz. Fakat benim için çok daha tuhaf olan şey solak sınıf arkadaşımın kalemi tutma biçimiydi. Arkadaşımı yazı yazarken dikkatlice inceliyordum, parmaklarını tuhaf bir şekilde büküyordu. Ben de bir süre ona özendim ama olmadı. 

Guide to Technical Pens

Çocukluğumda bana öğretilen geleneksel kalem tutma biçimini halen koruyorum ancak günün birinde rapido da denilen teknik bir kalem ile (Faber-Castell TG1-S) ile yazı yazmaya heves edince kalemi bildiğim şekilde tutamayacağımı gördüm. Dikey bir şekilde yazmak gerekiyordu, bir süre sonra buna alıştım. 


Sonra değişik yazma stillerini öğrendim ama bence en güzeli, kalemi işaret ile orta parmak arasına alıp yandan da başparmakla desteklenen Sassoon tekniği. 

The Art and Science of Handwriting, 1993

El yazısı uzmanı Rosemary Sassoon adında bir İngiliz bu konuya epeyce kafa yormuş ve sonunda kalem tutmanın kitabını bile yazmış. 

Kendisi bu tutuşun hem el yazısının gelişimi açısından hem de el sağlığımız için en uygun yöntem olduğunu söylüyor.


Sassoon yazım tekniği giderek yayılıyor, şarkıcı Taylor Swift de kalemi bu şekilde tutanlardan biri.





04 Nisan 2017

Kapris Nedir Bilmeyen Umberto Eco

21 Kasım 1991, Milliyet

"Müzik dinlemek benim için vazgeçilmez bir şey... Özellikle çalışırken müzikle
bütünleşiyorum. Bazen de canım kalkıp bir şeyler çalmak istiyor... Derhal yerimden fırlıyorum, ya çellomu kapıyorum, ya piyanomun başına geçiyorum, başlıyorum çalmaya... Trompet de çaldığım oluyor. Yorulana, bıkana kadar çalıyorum. Bazen saatlerce... Sonra gene pikaba Bach'ı yerleştirip yazı
masamın başına geçiyorum." 

Bologna Üniversitesi'nde müzik tarihi dersleri de veren Umberto Eco, müzik dinleyip müzikle uğraşmanın, çalışma ritminin doğal bir parçası olduğunu belirtiyor. Umberto Eco, yazılarını hep eski model bir dolmakalemle yazıyor. Nadiren tavuk tüyü ve hokka kullandığı da oluyor. Ama temel yazma aracı, eski model dolmakalemi... Şöyle diyor:
"Yazarken, mürekkebin yumuşaklığını kâğıdın üzerinde hissetmek hoşuma gidiyor." 

Umberto Eco, çok sade olan hobilerini şöyle anlatıyor: "Eski kitap biriktirmeyi
seviyorum. Ne bulursam alıyorum. Paramın önemli bir bölümü eski kitaba, eski el yazmalarına gidiyor. Müzik dinleyip çalmayı seviyorum. İşte hepsi bu... Tabii yazmayı aşk derecesinde seviyorum. Ama ben, yazabilmek için asla özel ortamlar aramam. Her ortamda yazarım. Uçakta seyahat ederken yazarım,
sakal tıraşı olurken yazarım, oturarak yazarım, ayakta yazarım,
loş ışıkta yazarım, aydınlıkta yazarun, gece yazarun, gündüz yazarım.. Yazmak
için özel ortamlar arayanlara da -Alberto Moravia gibi- akıl erdiremem.."

21 Kasım 1991, Milliyet

Umberto Eco (1932-2016)


Not: Ek olarak bazı Eco kitaplarının kapaklarını paylaşmak güzel olur diye düşündüm. Türkçe kitaplarının kapaklarına da baktım ama güzel bir kapak göremedim. 
La Production des signes, Umberto Eco


Lector in Fabula, Umberto Eco


23 Mart 2017

Okuma Notları 7

Memduh Şevket Esendal (1883-1952)
Bugün tesadüfen 2012'de aldığım bir notu okudum.

Kısa öykülerin büyük yazarı Memduh Şevket Esendal bir dolmakalem tutkunuymuş. Her gittiği yerden özellikle Parker, Pelikan, Eversharp marka kalemler toplarmış. 

(Kızıma Mektuplar, Memduh Şevket Esendal, Derleyen: Muzaffer Uyguner/ Bilgi Yayınları, 2001)

MŞE, kendi öykücülüğünü ve yalın Türkçesini ise şöyle anlatıyor: 

“Edebiyatı bilmediğimden, marifetsizliğimden sade yazmışımdır. Bilsem, öyle düpedüz yazar mıyım hiç? Köylü bir şeyi söylerken dikine, olduğu gibi söyler... Neden? Süslemesini bilmez, benzetmesini bilmez, anlatmasını bilmez de ondan... Marifetli insanlar öyle yapmazlar. Sözlerine, yazılarına marifetlerini sokarlar, hünerlerini gösterirler... Aslını sorarsanız marifet hayatın içinde, hayata uymayan bir şeydir. Benim dilim kısa... İstediklerimi anlatabilmek güç.” 

(Aktaran Memet Fuat, Varlık, Haziran 1952)

13 Mart 2017

Yazma Biçimleri


Kimi çok yakından yazar. (foto: Fireanjoy)

İlkokul çağından beri insanların nasıl yazdıklarına karşı takıntılı bir ilgim var. İlk şaşkınlığım solaklar olmuştu ama son şaşkınlığım olmadı tabii. Solak bir arkadaşla aynı sırayı paylaşmaktan kaynaklandığını düşünsem de nasıl yazı yazıldığı daha sonra da hep merak ettiğim bir konu oldu.

Kalemi tutma biçiminden, yazma üslubuna (hem tavır hem biçim olarak) kadar nasıl yazıldığı bence çok önemli bir konu. Yazarların, şairlerin, bestecilerin ve fotoğrafçıların yazıyla ilişkilerine dair her makaleyi büyük bir iştahla okuyorum. Yıllar önce galiba Enis Batur yazmıştı: Sevdiğim Rus besteci Aleksandr Skriyabin mesela yanına not defterini, kalemini almadan sokağa çıkmazmış.

Belki o yüzden Skriyabin'in eserleri bana sokakta yürüyen birinin aldığını notları hatırlatıyor.


Aleksandr Skriyabin'in elyazısı
Aleksandr Skriyabin (1872-1915)

Ne kadar farklı el varsa o kadar farklı yazım tarzı var. Kimi masada yazmayı sever, kimi ayakta. Kimi kalemi bükmeye çalışır gibi yaparak yazar, kimi kalemi normalden farklı bir açıyla tutarak yazmayı sever. Kimi benim gibi aynı harfi ikinci kez yazmak gerektiğinde küçük bir değişiklik yapar.

Ben yürürken de yazmayı severim mesela ama rahmetli Oliver Sacks gibi değil, aklıma bir fikir geldiğinde her şeyi bir kenara atamıyorum, daha sakin bir şekilde not alıyorum. Yürümek, düşünceyi derinden etkileyen bir eylem. Doğal olarak hiç düzgün bir yazı olmuyor ama zaten düzgün bir yazı istemiyorum. Yıllar boyu üzerinde ustalaştığım yazı karakterlerim gayrımuntazam olduğundan hoşuma da gidiyor, yürürken yazmayı herkes bir denemeli. Küçük bir defter gerekiyor.

©Frank Horvat

Masada yazıyorsam ve yalnızsam eğer kâğıda iyice yakınlaşırım. Her şeye yakından bakmayı severim. Lakin birileri varsa yanımda utandığım için kâğıda karşı biraz mesafeli davranıyorum ama üzülüyorum da çünkü kâğıt, kalem ve mürekkebin birlikteliği çok büyüleyici bir güzelliğe sahip. 

01 Mart 2017

Bir Yazı Makinesi

Georges Simenon, 1941

K Kitaplığı ile ilgili bir konuya bakarken yolum Simenon'a çıktı. Sonra bir fotoğraf gördüm. Daha doğrusu koca Waterman mürekkep şişesine bakakaldım. Waterman mürekkeplerini çok severim ama bu antik şişenin boyutları çok ilginçti.

Çok yakın ama aynısı değil, alttaki "Seche Noir" ibaresi şişenin mavi-siyah olduğunu söylüyor.
Gerçi Simenon kurşunkaleme çok düşkündür, pek çok fotoğrafta masasındaki pipoların yanında kurşunkalemler sivri uçlarıyla hemen göze çarpar.




Simenon çalışırken (daha doğrusu fotoğrafçılar için çalışır gibi yaparken) elinde hep bir kalem olur. Daha önce görmediğim ilk fotoğrafta ise Simenon yine poz veriyor. Ama bu sefer fotoğraf daha net ve açısı daha iyi.

Merak bu ya dolmakalemin markasını ve modelini öğrenmek istedim.

Ama önce şu mürekkep şişesine her baktığımda ister istemez gülüyorum. Benim belki 5 yıllık mürekkep ihtiyacıma derman olabilecek bu devasa mürekkep şişesi, Simenon'un yazma hızı düşünüldüğünde belki de 3 aylık bir ihtiyacı karşılıyor.

Celâl Üster'in 25 Temmuz 2003'te artık tarihe karışmış olan Radikal Kitap'taki köşesinde yayımlanmış bir yazısında (o yıllarda Koç Kültür Sanat'ın ömrü kısa ama en kaliteli bir girişimi K Kitaplığı, Samih Rifat yönetmenliğinde Simenon'un kitaplarını yeniden yayımlıyordu) şöyle yazıyor:

"Soğukkanlı pipo tiryakisi Komiser Maigret'nin yaratıcısı Simenon, kuşkusuz, yirminci yüzyılın en çok satmakla kalmayan en çok okunan, en çok okunmakla da kalmayan en çok yazan yazarlarının başında geliyor. 1922-1936 yılları arasında her gün yaklaşık 80 sayfa yazarak 1500 kadar öykü kaleme alan, sonraki yıllarda da yılda 10 dan fazla yapıt vermeyi sürdüren; kendi adıyla 200 den fazla, 17 ayrı takma adla da 400 den fazla roman yazan Simenon'a, "kalem efendisi"nden çok, "kalem emekçisi" nitelemesini yakıştırmak yanlış olmasa gerek." 
 Ben de "yazı makinesi" diyorum Simenon'a, orası ayrı.


Arka plandaki kalemler de çok gizemli ve merak uyandırıcı ama yazarın elindeki kaleme bakınca ilk aklıma gelen Parker Duofold oluyor, modeli konusunda emin değilim ama biraz araştırınca Parker Duofold Streamline olması gerektiğini düşündüm. Bir zamanlar tek bilgi kaynağım olan bir forumda, yazarın Waterman CF kullandığı yazıyordu, sonra bir Fransız forumuna denk geldim. Birkaç ay önce onlar bu fotoğraf üzerine tartışmışlar. Ben o sayfada hem fotoğrafın daha temiz halini buldum hem de forumdaki meraklıların da yazarın elindeki kalemin Parker Duofold olduğunu tahmin ettiklerini okudum.

Parker Duofold Streamline


Lakin daha sonra birden karşıma Conway Stewart Winston modeli çıkınca bu sefer aklım karıştı. 


Conway Stewart Winston

Simenon'un kullandığı dolmakalemi ararken Tahsin Yücel'in Simenon hakkında bir değerlendirmesini düşünüp sakinleştim: 

"Simenon'un uzun çözümlemelere, uzun ve dolambaçlı tümcelere gereksinimi yoktur; tam tersine, okuru sıkmaktan korkarmış ya da acelesi varmış gibi, kısa tümcelerle, bir çırpıda söyleyiverir söyleyeceğini. Ama, neredeyse her tümcesi, küçük olduğu kadar da çarpıcı bir ayrıntıyla karşı karşıya getirir bizi. Ayrıntılar birbirine eklendikçe de iklim belirginleşir, kişiler somutlaşır, ortamları bizim ortamımız, bunalımları bizim bunalımlarımız olur..." 

Ayrıntılar önemli elbette. İki dolmakalem de birbirine çok benziyor ama küçük bir şey var. Simenon kalemin kapağını da taktığı için gövdenin geriye kalan kısmını göremiyoruz ama yazarın başparmağının olduğu kısımda metal bir halkanın olmadığını gördüm sonra. Bu durumda bence Simenon'un elindeki dolmakalem Parker Duofold'dan başkası değil.

Komiser Maigret gibi bir cinayeti çözmüş değiliz ama düşünme ve araştırma kısmı güzeldi.

_________
Ek okuma: "Simenon okumak bir ayrıcalıktır" (Bu yazıda Simenon'un İstanbul'a geldiği günlerle ilgili çok ilginç ayrıntılar var.)

27 Şubat 2017

Okuma Notları 6

Genç Paul Auster ve sevgili daktilosu.

Milliyet Kitap'ın Şubat sayısını bir kenara ayırmış okuyamamıştım. Bugün okuma fırsatı buldum ancak.

Bu sefer çağdaş Amerikan edebiyatının büyük ismi Paul Auster'ı kapak yapmışlar. Aslında çok meraklısı değilim, ancak bazı kitaplarını (özellikle Kırmızı Defter ve New York Üçlemesi'ni) severim.

Paul Auster bilinmesi ve okunması gereken bir yazar. Yazmaya 12 yaşında başlayan Auster, Columbia Üniversitesi'nde Fransız, İngiliz ve İtalyan edebiyatı okudu. Fransızca çeviriler yaptı. Özelikle Fransız şiiri üzerine saygı gören önemli bir antolojisi var. Dört yıl Princeton Üniversitesi'nde çeviri dersleri veren Auster'ın pek çok kimliği var: Şair, çevirmen, denemeci, senaryo yazarı ve yönetmen.

Yazı Yeşim Kasap'a ait, güzel bir derleme, araştırma olmuş. Altıncı sayfada "Hayatının Dönüm Noktaları" başlığı altında küçük notlar vardı, ilgiyle okudum. Şimdi baktım, yazıyı internet sitelerine de yüklemişler. Yazıyla ilgili kısımlara dikkat ettim ve ben de kendime notlar aldım.


Paul Auster, çok sevdiği daktilosuyla birlikte. Fotoğraf: Martine Fougeron



KALEMDEN DAKTİLOYA

Paul Auster'ın bilgisayarı yok. Çalışma yöntemi de şöyle: Yazılarını önce dolmakalem veya kurşunkalemle ve Fransa’dan aldığı çoğunlukla kareli not defterlerine yazıyor. Daha sonra notlarını 1960’lardan kalma Olympia marka daktilosuyla (SM-9 modeli) tekrar yazıyor. Paul Auster, daktilosuna duyduğu sevgiyi ayrıca “The Story of My Typewriter”da anlatmış.


Yazarın çalışma masası, dolmakalemi ve son kitabı. Fotoğraf: Martine Fougeron

KALEMİN ACISI

Bir şey daha var, meğer Paul Auster'ın, takıntı haline getirdiği bir alışkanlığı varmış: Evden kalemsiz çıkmıyormuş. 


Çünkü sekiz yaşındayken hayranı olduğu beyzbol oyuncusu Willie Mays ile karşılaşmış ve Mays’ten beyzbol topunu imzalamasını istemiş ama Mays’in de Auster’ın anne babasının da yanında kalem yokmuş. O gün çok üzülmüş. Öyle ki o günden sonra yanında kalem olmadan evden çıkmamış. (Bu talihsiz olaydan 52 yıl sonra olayı öğrenen Willie Mays kendisine imzalı bir top hediye etmiş.)



KIRMIZI DEFTER

Kalemi ve yazıyı seven Paul Auster elbette defterlere de büyük önem veriyor. Aşağıdaki alıntı Cam Kent kitabından:

"Defterleri gözden geçirdi, hangisini alacağına karar vermeye çalıştı. Asla akıl erdiremediği nedenlerle, alttaki kırmızı bir deftere karşı dayanılmaz bir arzu duydu. Defteri çekip aldı, inceledi, sayfaları başparmağıyla yavaşça karıştırdı. Defteri neden böyle çekici bulduğunu kendisine açıklayabilmekten âcizdi. Yüz yapraklı, yirmi bir buçuğa yirmi sekiz boyutunda standart bir defterdi. Ama defter bir yanıyla "Al beni" diyordu Quinn'e. Sanki bu defterin kaderi, Quinn'in kaleminden çıkacak sözcükleri kaydetmekti. Duygularının yoğunluğundan neredeyse şaşkına dönen Quinn kırmızı defteri kolunun altına sıkıştırdı, kasaya gitti ve parasını ödeyip onu satın aldı.

On beş dakika sonra evine dönen Quinn, Stillman'ın fotoğrafıyla çeki cebinden çıkardı ve dikkatlice çalışma masasının üzerine bıraktı. Masanın üzerindeki döküntüleri temizledi –kibrit çöpleri, izmaritler, küller, kullanılmış mürekkep kartuşları, birkaç metal para, bilet koçanları, karalanmış kâğıtlar, kirli bir mendil– ve kırmızı defteri masanın ortasına koydu. Sonra pencerelerdeki perdeleri kapattı, soyundu ve masanın başına oturdu. daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı, ancak o anda çıplak olması nedense çok uygun görünmüştü gözüne. Öylece yirmi otuz saniye kadar oturdu, kıpırdamamaya, soluk almak dışında bir şey yapmamaya çalışıyordu. Sonra kırmızı defteri açtı. Kalemini eline aldı ve ilk sayfaya adının baş harflerini yazdı: D.Q., yani Daniel Quinn. Kendi adını defterlerinden birine yazmayalı beş yılı geçmişti. Bir an durup bu gerçek üzerinde düşündü ama sonra bu düşünceyi önemsiz bularak aklından çıkardı. Sayfayı çevirdi. Birkaç saniye o boş sayfayı inceledi, "Acaba budalanın biri miyim?" diye düşündü. Sonra kalemini en üstteki satıra bastırdı ve kırmızı deftere ilk notunu düştü..."
Cam Kent, New York Üçlemesi 1, (Paul Auster'ın kitaplarını 1980 ve 1990'lı yıllarda Metis basıyordu, sonra Can Yayınları yayın haklarını satın aldı.)

MAVİ DEFTER

Bir başka alıntı daha. Kehanet Gecesi adlı romanda, kitabın kahramanı Sidney Orr ileride hayatını değiştirecek mavi defterle karşılaşmasını şöyle anlatıyor:

"Öyle gösterişli ya da dikkat çekici falan değildi. Kullanışlı bir malzemeydi; ağırbaşlı, basit, işe yarar. Ama ciltli oluşu hoşuma gitti. Onu ilk elime aldığımda fiziksel zevke benzer bir şey hissettim. Nedense birden çok rahatlamıştım. O ana kadar mavi deftere yazmak bana zevkten başka bir şey vermemişti. Gitgide yoğunlaşan, çılgınca bir doyum duygusu. Sözcükler kafamdan sanki biri onları bana yazdırıyormuş gibi çıkmıştı; düşlerin, karabasanların ve özgür düşüncelerin billur diliyle konuşan bir sesin söylediği cümleleri kopya eder gibiydim..."

19 Eylül 2012

Okuma Notları 5


1. BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun şairliği ile ressamlığı sürekli karşılaştırılırmış bir zamanlar. İlginç olan bu konudaki tartışmaya kendisinin de dahil olmasıdır. Bedri Rahmi Eyüboğlu bir yazısında kendi durumunu şöyle yorumluyor: 

Bedri Rahmi Eyuboğlu (1911, Görele - 21 Eylül 1975, İstanbul)
“Bir elinde dolmakalem, öteki elinde fırça ile dolaştığı için elleri daima boya içerisindedir. Resimden yorulunca yazı yazmaya başlar. Kendini ressamlara sorarsanız: ‘Ressamlığı şöyle böyle, ama iyi şiir yazar’, derler. Muharrirlere sorarsanız: ‘Muharrirliği şöyle böyle, fakat iyi resim yapar’, derler. El Greco’ya, Rus romanlarına, pastırmaya ve halk türkülerine bayılır. Gündüzleri resim yaptığı, geceleri yazı yazdığı söylenir. Bunlardan hangisini daha çok sevdiğini kestirmek güçtür.”
(Radikal Kitap, 17.04.2009, s.30)

2. HASAN ALİ TOPTAŞ 
Hasan Ali Toptaş (d.1958)
Yazı yazma konusunda çeşitli hassasiyetlere sahip, hastası olduğumuz usta yazar Hasan Ali Toptaş, kitaplarını dolmakalemle, yere yüzükoyun yatarak yazıyormuş (sadece bu yazma tarzı dahi onu sevme nedenidir).

Kendi yorumuna göre diğer yazı yazma takıntıları ise şöyle:
"Mükemmeliyetçilik bir hastalık. Müsveddelerimi el yazısıyla, siyah mürekkepli dolmakalemle, beyaz kağıda yazıyorum. Sayfanın sonunda bir sözcük karalamışsam o sayfayı yeniden yazıyorum."  
(Ekşi Sözlük + Hürriyet Cumartesi, 19.02.2000)

3. YEKTA KOPAN

"Hiçbir gösterişi olmayan, ucuz tükenmez kalemi elimde çevirip duruyorum. Aslında yazacağım kalemin bir albenisinin olmasını isterim. Yanımdan genelde ayırmadığım dolmakalemime bağlılığım bu yüzdendir. Tasarımdaki incelik, ele oturuşuyla verdiği özgüven, haznesinden yavaşça akan mürekkebin kağıda büyüleyici bir şekilde yayılması... Ama şu anda elimde az önce havaalanının girişindeki ıvır zıvır satan dükkândan aldığım sıradan bir tükenmez kalem mi?" 
Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri, Yekta Kopan

4. GEORGES SIMENON


Georges Simenon (d. 13 Şubat 1903 - ö. 4 Eylül 1989)

Kendi özgü polisiye romanların ünlü yazarı Georges Simenon, çoğunlukla önce dolmakalem, ardından daktilo kullanmasına rağmen masasının üzerinde bulundurduğu bir kalemlikte çok sayıda sivri yontulmuş kurşun kalemler sıralanmadıkça tek satır yazamazmış.

5. JEAN-LUC GODARD
Jean-Luc Godard (d.1930)
'Serseri Aşıklar' ve 'Çılgın Pierrot' gibi unutulmaz filmlerle sinema tarihine geçen Jean-Luc Godard, yazılarını halen daktiloda yazan bir yönetmen. Daktilo ve yan malzeme üretiminin kalkmasından önce stok yapmaya karar vermiş. 2001 yılında korkuya kapılıp 12 daktilo ve hatırı sayılır miktarda şerit satın almış. 

6. JOSEPH CONRAD

Joseph Conrad'ın (1857-1924) bir mektubu. Hızını alamayıp kelimeler arasında köprü kurmuş.

Joseph Conrad’ın deniz hakkındaki kitapları o kadar çok ve unutulmazdır ki, onu her zaman bir yelkenlide düşünür, yaşamının son otuz yılını karada, son derece yerleşik ve durağan geçirdiğini aklımıza bile getirmeyiz. Gerçekte iyi bir denizci olmasına karşın yolculuk etmekten nefret eder, hiçbir şey onu çalışma odasına kapanıp da anlatılamaz zorluklarla yazmak ya da en yakın dostlarıyla sohbet etmek kadar rahatlatamazdı. Söylenenlere göre her zaman bu iş için tasarlanmış odalarda çalışmazmış. Yaşamının sonuna doğru, Kent’teki evinin bahçesinin en ücra köşelerine saklanarak kağıt parçalarına bir şeyler karalarmış, hatta bir keresinde ailesine hiçbir açıklamada bulunmadan tam bir hafta kendini banyoya kilitler ve bu mekânın son derece kısıtlı kullanım olanaklarının tadını çıkartır. (İhsan Yılmaz, Hürriyet Keyif, 13.07.2008)

7. CHARLES DICKENS

Charles Dickens (7 Şubat 1812 – 9 Haziran 1870)
Charles Dickens, yazma konusunda hastalık derecesinde takıntılı biriymiş. Masa ve sandalyelerin istediği şekilde düzenlenmediği bir odada yazı yazamıyormuş. Mavi renkli kağıtlara yine mavi tonlardaki mürekkep ile yazmayı severmiş -elbette kaz tüyü kalemi ile. Ayrıca yazarın daha önce görmüş olduğu herhangi bir odadaki herhangi bir mobilyanın veya yürüdüğü bir yoldaki dükkanların tam yerini ve adını aradan yıllar geçse de hatırlayabilecek kadar güçlü bir hafızası varmış. Son bir bilgi: Charles Dickens uğur getirmesi için her şeye üç defa dokunurmuş. 

8. Honoré de Balzac

Balzac'ın çalışma masası.
Honoré de Balzac, iflah olmaz bir Türk kahvesi müptelasıymış. Hayatı boyunca 91 tane roman yazan ünlü yazarın toplamda 50 bin fincan Türk kahvesi içmiş olduğu tahmin ediliyor. Balzac'ın bir başka alışkanlığı ise, her gün mutlaka belirli miktarda yazı yazmayı kendine şart koşması. Bir tempo belirleyip bu belirlediği sayfa sayısına ulaşmadan masasından kalkmıyormuş. Hatta amaçladığı sayfa sayısına ulaşamadığında, o sayıya ulaşabilmek için, kalan sayfaları kopya ederek dolduruyormuş!

Diğer kaynaklar ve okuma önerileri:  

http://bookaroundthecorner.wordpress.com/
http://www.edebiyathaber.net/yazarlarin-takintilari/
http://writersatwork.pfauth.com/