Scrikss 419 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Scrikss 419 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

04 Ocak 2019

Madenci ve Aynası

Nikon D700, Nikkor 50mm f/1.4D

Ekonominin ağır aksak gidişinden dolayı artık iyice azalsa da kaliteli kitaplar görmek sevindirici.  

Madenci de bu ara çıkan nadir ve güzel kitaplardan biri. İlk kez 1908'de yayımlanmış. Fakat roman hiç 100 yaşındaymış gibi durmuyor, sanki dün yazılmış gibi taze. Çevirmeni de kendisiyle fotoğraf üzerine konuşmaktan büyük heyecan duyduğum Sinan Ceylan. (Geçen yıl, 19 Ekim'de fotoğraf üzerine sorduğu bir soruyu halen düşünüyorum.)

Bir kenarda birikmiş nice kitap varken, daha yeni aldığım bir kitaba hemen başlamak haksızlık gibi geliyor bana. Şöyle bir bakıp sıraya alayım derken nasıl olduysa ilk cümlelerle birlikte kafası son derece karışık 19 yaşındaki genç kahramanın peşinden ben de yürümeye başladım. Artık genç sayılmasam da benim de aklımdan başka bir coğrafyaya ve zamana uygun benzeri gevezelikler, kararsızlıklar, benzeri tereddütler veya akışa uymalar var. Kahramanın zihni düşünce denizinde iştahla hiç durmadan büyük bir gevezelikle yüzerken okumayı bırakmak zor.
 
Yazarı modern Japon edebiyatının büyük yazarlarından biri Natsume Soseki.  
Japon edebiyatına Yasunari Kawabata ile başladım galiba. Sonra Abe Kobo ve Tanizaki geldi belki. Sıralama çok önemli değil, en sevdiğim ise tartışmasız Haruki Murakami.

Madenci'nin sonsözü de Murakami imzalı zaten, bu da ayrı bir güzellik.

Neyse, kitabı bir kenara bırakayım şimdi. Başka şeylerden söz edeyim.

Yazıyla çiziyle ilgilenenler, günlük tutan insanlar, başkalarının fikirlerini değil de kendi fikirlerini kâğıda dökenler de bir tür madenci sayılmaz mı? Henüz dünyanın keşfedilmeyen, gidilemeyen yerlerinin olması gibi insan ruhunun da görmediğimiz, anlayamadığımız yerleri var. Çizgiler, harfler ve kelimeler de bir madenin damarları. Nereye varıyor acaba? 

Deftere düşen dürüst harflerimize bir büyüteçle daha yakından bakmak ile bir aynaya bakmak arasında büyük bir fark var mıdır? 

Aynada bize bakan ikiz kardeşimizi görmek ve daha önce hiç bilmediğimiz şeyleri anlamak mümkün mü?

Geçen gün, koluna girip birlikte merdivenleri adım adım çıkarken artık yaşlı olduğunu söyleyen çok sevdiğim bir büyüğüm ile konuşuyordum. Eve vardığımızda konuşmaya devam ettik. Hastalık onu iyice zayıflatmış. Sonra çok yorgun olduğunu söyledi. Konuşurken bir ara durdu, aklına bir şey geldi galiba dedim. "Biliyor musun oğlum gönül hiç yaşlanmıyor," dedi.

13 Kasım 2018

Arredamento Mimarlık ve Uğur Tanyeli



İyi ki bu ay Arredamento Mimarlık dergisini almışım. 

Almasaydım Uğur Tanyeli'nin Japon ve Türk Salatalık Turşuları: Toplumsal ve Hatta Mimari Bir Karşılaştırma başlıklı ufuk açan muhteşem yazısını okuyamayacaktım.


Geçenlerde Ekşi Sözlük'ten bir arkadaşla ne kadar az iyi derginin kaldığını konuşuyorduk. Maalesef ufuk açan bir avuç dergi kaldı şimdilerde. Arredamento Mimarlık dergisi de en iyilerden birisi. Tasarımı biraz eski geliyor bana ve kişisel nedenlerden ötürü kâğıt seçimini de yanlış buluyorum. Parlak kuşe okumayı çok zorlaştırıyor. Her şeye rağmen bunlar küçük ayrıntılar, Arredamento Mimarlık ülkemiz şartlarında muazzam bir tasarım kültürü dergisi.

Bir başarısı da şurada, masadaki Kasım 2018 sayısı derginin 325. sayısı!

Dile kolay, Arredamento Mimarlık 29 yıldır çıkıyor.

Şubat 1989'dan günümüze bir dergiyi getirmek olağanüstü bir başarıdır. Hayranlık duymamak elde değil.




Prof. Dr. Uğur Tanyeli'nin yazısına gelince, televizyondaki yemek programlarını izleyip böyle kısa ama zihinsel açıdan çok yoğun olsa da okuyanı hiç yormayan bir yazı yazmak müthiş bir birikime işaret ediyor. Turşu deyip geçmeyelim, öyle bir yiyecek ki makaledeki konumu kafamdaki isimsiz bazı ayrıntıların yerine oturmasını sağladı. Mutfak ile mimarlık arasında önemli bir bağ kurulmuş ve o kadar açıklayıcı bir kültürel ayna tutmuş ki bulunduğum yüksek binadan kuş bakışı baktığımda çevrede neden bunca çirkin yapının bulunduğunu da özetlemiş.

Şigeru Ban veya Tadao Ando gibi büyük ama mütevazı mimarların nasıl yetiştiğini şimdi daha iyi anladım.

01 Aralık 2017

Doğan Hızlan ve kalem bağ(ım)lılığı



Sabah, Hürriyet gazetesinin Kitap Sanat ekinde Doğan Hızlan'ın "Ben bir bağımlıyım" başlıklı yazısını okuyunca gülümsemeden edemedim.

Hele yazısında geçen o meşhur öyküyü her dinleyişimde bende de aynı bağımlılığın (blogun okurlarını düşününce bizde de demek gerekir belki) olduğunu her defasında yeniden anlıyorum:

"Cumhuriyet’te çalıştığım yıllar. Bir gece eve geldim ve o gün aldığım dolmakalemimi masada unuttuğumu fark ettim. Pijamalarımı giymiş oturuyorum. Yine pijamamın üzerine robdöşambrı geçirdim, bir taksi çağırdım ve gazeteye giderek masamda unutuğum kalemimi alıp döndüm. Gece çalışan arkadaşlarım merak içinde ne olduğunu sorduklarında da yazımda bir yeri merak ettiğimi, onu kontrol etmek için geldiğimi söyledim.
Ertesi gün gazetenin o dönem genel yayın yönetmeni olan rahmetli arkadaşım Oktay Kurtböke odama gelip gece yarısı apar topar neyi düzeltmeye geldiğimi sorunca işin aslını anlattım.
Kahkahalarla güldü."

01 Haziran 2017

Arkhe-Logos



Sıkıcı olduğu söylenen dergilere bayılırım.

Geçen gün bir kitabevinin dergi reyonunda gezinirken küçük çaplı bir tartışmaya şahit oldum. Duyduğum sözler üzerine döndüm ve sıkıcı olmakla itham edilen dergilere bir kez daha baktım.

Baktığım dergiler sayıca azdılar ama bu azlıkları kimi insanlar için rahatsız edici olmalarına engel değildi. Evet, içlerinde sıkıcı diye yaftalanan makaleler de vardı belki ama heyecan verici çalışmalar da mevcuttu. Çünkü belki klişe bir ifade ama tekrarlamakta fayda var; "sıkıcı" yaftası bir önyargı kalıbıdır. Tam tersine uzak durulması gerektiği söylenen çoğu dergi ve kitap içinde ufuk açıcı bilgiler bulunur. Tıpkı dolmakalemin, defterin ve kitapların yerine, cep telefonlarının, tabletlerin, bilgisayarların ve diğer sayısal teknolojilerin geçtiğini düşünenlerin dünyaya bakışı gibi tek yönlü ve acımasız bir değerlendirmeydi duyduğum.

Üstelik neye göre kime göre sıkıcı? Sosyal medya (Facebook, Twitter, Instagram), sinema, tv ve popüler şarkı kültüründen beslenen insanları düşündüm. Onlar bu dergilere ve kitaplara bakmaz bile, görmezden gelir. Çoğu insan şöyle düşünüyor: Elindeki cep telefonu dünyayı anlamak için yeterli. Sahiden öyle midir? Neden aklımızı bir ışıldayan bir ekrandaki akıp giden görüntülere ve kerameti kendinden menkul yüzeysel bilgilere emanet ediyoruz?

Bu noktada aklıma, daha önce de bir yerde yazdığım, Haruki Murakami'nin Sahildeki Kafka kitabındaki bir cümle geldi:

“Şu dünyada insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. Bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcı şeylerdir.”

Farkındayım sözü çok uzattım, kusura bakmayın. Bir çeşit haksızlığa uğramışlık duygusuyla yazdım ve daldan dala atlayarak konuyu sayısal teknolojilere getirdim ama yazımın asıl konu Arkhe-Logos dergisi.



ARKHE-LOGOS

Önce Arkhe-Logos dergisinin 3. sayısı ile karşılaştım ve çok beğendim. Hakemli dergilerden haz alacağımı bilmezdim. Dün de 2. sayısını aldım. Üçüncü sayıda C. Cengiz Çevik'in Diogenes ile ilgili efsane bir makalesi var. Yazı o kadar iyi ki dipnotlar, özet gibi kısımlar filan olmasa günlük bir gazetede bile yayımlanır. Üstelik kimse akademik bir makale olduğunu bilmeden severek okur. Hatta bence Diogenes makalesi, severek okuduğum gazeteler; Milliyet, BirGün ve Cumhuriyet gazetelerindeki nice köşeyazısından veya bazen tam sayfayı bulan makalelerden çok daha heyecan verici.

Arkhe-Logos'un ikinci sayısında ise gözüme kestirdiğim yıldız makale  "Felsefede Cogito ve Sanatta 'İmza' Örneklerinde Modern Öznenin Ortaya Çıkışı" oldu. (Harun Reşit Soya, Martı Esin Şemin)

Bu makale de çok merak ettiğim soruları yanıtlıyor:

Tarihte ilk defa yaptığı bir sanat eserine imza atmayı kim veya kimler akıl etti?

Bir sanat eserindeki ilk imza kime aittir?

Bence çok daha da önemlisi imza atmak bugün bize normal geliyor ama arkasındaki düşünce nedir, geçmişte de her zaman böyle miydi?

Eski insanların düşünce yapısı nasıldı?

31 Mayıs 2017

Yeni Bir Deftere Başlangıç



Kaç zamandır çantamda 2 ayrı defter taşıyordum. İkisi de geçenlerde bitince, bir kenarda sakladığım yeni Aniki defterimi çıkardım. (Daha önce defalarca yazdım, Aniki defterleri memleketimizde üretilen en iyi defterdir, daha iyisini görmedim.)

Bu vesileyle defter üzerine yeniden düşündüm. Bir yerde kalemin önemi kalmıyor. Hatta çok abartılıyor, çok abartıyoruz. Kalem, kâğıt, mürekkep zincirinde yazıya düşkün olduğunu söyleyen çoğu kişinin en zayıf noktaları da bu minvalde kâğıt ve mürekkep oluyor. Bir kaleme yüzlerce lira veren kişi gidip en kötü kâğıda sahip 5-10 liralık ucuz ve kalitesiz bir defter satın alabiliyor. Bir kaleme binlerce lira veren bir başkası da iyi bir mürekkebin neden pahalı olduğunu sorguluyor.

Çok sevdiğim, düşünür ve efsane yazar Rebecca Solnit'in Kaybolma Kılavuzu isimli kitabında geçen bir cümleyi biraz değiştirerek söyleyecek olursak:

“[Defterin] çakılıp kaldığı coğrafya katı bir yer değildir; onu [kalem] ve [mürekkepten] ziyade tıpkı şarkılardaki gibi, anılar ve arzular oluşturur.”


Bizden geriye internet sayfaları veya kalemler değil belki sadece defterler kalacak. Kalemler de konuşur bizimle, ancak bir kalem sınırlı ve yoruma dayalı bilgiler barındırır. Oysa bir defter öyle değildir, daha organik bir bağ kurar zihnimizle.

O da güzel bir defteriniz varsa.

Çünkü biliyorsunuz, yazmayınca unutuluyor.

28 Nisan 2017

Bir Usta Bir Dünya: Irvin Cemil Schick

Sabah Ülkesi, Sayı 51, Scrikss 419
Irvin Cemil Schick adını duydunuz mu bilmiyorum. Hat sanatına meraklı olanlar onu bilir, tanır. 

Bilmeyenler için kısaca tanıtayım. Irvin Cemil Schick, 1938'te Çekoslavakya'dan Türkiye'ye göç eden Musevi bir aileden geliyor. Akrabaları Naziler tarafından öldürülmüş. Cemil Bey 1955'te İstanbul'da doğmuş, eğitimine devam etmek için 1974'te Amerika'ya gitmiş. 

Hat sanatına büyük ilgi duyan bir akademisyendir. 

Yazı kültürüne meraklı herkesin bilmesi gerektiğini düşündüğüm Uğur Derman'dan "Hocam, babam, üstadım, her şeyim" diye söz ediyor.

Elektrik/kimya mühendisi ve matematikçi olan Irwin Cemil Schick Bey, Osmanlı tarihi ve yazı kültürüne ilişkin harika kitaplar, ufuk açan makaleler yazıyor, gündeme ilişkin zekice tespitlerde bulunuyor. Nesi var nesi yok bulup okuyun derim, çok şey öğreneceksiniz.

24 Nisan 2017

Yeni bir dolmakalem Olarak Scrikss 419

Scrikss 419 yeniden çıktı mı çıkacak mı derken bir açıklama yapılmış ve sonbaharda çıkacağı söylenmişti. 

Meraklılar sonbaharı beklerken birdenbire Scrikss 419 sessiz sedasız bir şekilde piyasaya çıktı.

Önce bir anlam veremedim. Koca Scrikss firması neden böyle bir şey yapmıştı? Kalemin üretilmeye karar verilmesiyle hemen üretime geçmesi neredeyse imkansıza yakın olduğundan incelenmeye muhtaç bir durumla karşı karşıyayız demektir.

Scrikss firmasının internet sitesinde bir açıklama da yapılmadığından gizlice piyasaya sunulan bu esrarengiz modellerden birini görmeden rahat edemedim.


Solda eski, sağda yeni Scrikss 419
Bilindiği gibi Scrikss, ömür boyu garanti verdiğinden yüksek miktarda yedek parça depoluyor. Benim tahminim depolarda duran yedek parçaların birleştirilip NOS (New Old Stock) olarak satışa sunulmuş olmasıydı.

Meğer öyle değilmiş.

Söylemeden geçemem: Bendeki yeni Scrikss 419, Ankara Moda Kırtasiye'den Yaşar Dindar imzalı güzel bir el yazısı içeren incelikli bir not ile birlikte geldi. Kalemi heyecanla kutusundan çıkardım. Kutu içindeki 50. yıl logolu kâğıt ile birlikte yukarıdaki güzel kitabın üzerinde görüldüğü gibi eskisinin aynısı bir kalem. 



Ancak tam olarak aynısı da değil. Fark vidalı uç-damak parçasında görülebiliyor.

(Teknik bilgiler için bir mühendisin incelemesine bakınız.)

Arkada görülen eski uç-damak ikilisi daha uzun boylu.
Yeni uç-damak sistemi.
Yeni uç güzel. Her zamanki gibi uca özen gösterildiği belli. 

Mürekkep çektikten çok kısa bir süre sonra hemen yazmaya başladım ve yazım konforundan hoşnut kaldım. Ancak ertesi gün kapağı açtığımda kalemin mürekkebi kustuğunu gördüm. (Belki yeni olduğu için böyle, denedikçe ayrıntıları yazarım.) 

Piston sistemi ise her zamanki gibi sıkıntılı, biraz sert dönüyor, bu açıdan değişen bir şey yok.

Değişmeyen bir şey de yazım kalitesi.

Yeni kalemin eski kalıplar kullanılarak üretildiği belli oluyor. Ancak Uç-damak kalıbı belki de kayboldu, yenisini de eski bir kaleme bakarak yeniden yaptılar galiba. Yeni Scrikss 419'un eskisinden daha iyi olması için farklı renk ve boyutta üretiliyor olması gerek.

Daha önce ne varsa eskilerde var diye yazmıştım, sahiden de öyle değil mi? Günümüzde yapılacak bir şeyin eskisinden çok daha ileride olması gerekir, eskinin tekrarı zaten mümkün değil, ne aynı malzemeyi ne de aynı işçiliği bulmak olanaksız. 

PAZAR ARAŞTIRMASI MI YAPILIYOR?

Bir veya iki yerde satışa sunulmasının nedeni nedir açıklanmaya muhtaç. Tek bir olasılık var diye düşünüyorum: Henüz seri üretime geçilmemiş olabilir. Belki de talebin gerçekçi olmadığını benim gibi birkaç kalem meraklısının keyfi isteği olduğu düşünüldü. Bu nedenle bir pazar araştırması yapılmak istendi. Seri üretime geçtiklerinde de yapacakları şeyler aynıysa ileriye gidilmemiş olacak, ki öyle görünüyor.

PILOT PRERA, LAMY SAFARI ÖRNEK OLMALI

Oysa Pilot Prera veya Lamy Safari gibi renk açısından uç örnekler varken aynı renklerde ısrar etmenin bir gereğini göremiyorum. Çok daha yaratıcı ve çok daha kaliteli çözümler üretilmeli. (Hiç değilse koyu yeşil bir Scrikss 419 üretilmeli.) Devlet Malzeme Ofisi zihniyeti geride kalmalı artık. Yeni Scrikss 419'a 75 lira verdim, daha fazlasını da vermek isterdim, yeter ki elimizde gurur duyacağımız bir kalem olsun.

Safari'ler bugün 120 liraya peynir ekmek gibi satılıyor, neden? Çünkü basit ama dahiyane bir uç sistemi var, uç çeşitliği var, üstelik 1980'lerden beri aynı tasarım ama renkleri aynı değil, yazı yazmaya çağırıyor, meraklısı bütün renkleri biriktirmek istiyor. 

Neden Scrikss 420, 440, 500 olmasın?

Öte yandan eskiden çok sevdiğimiz ve artık bulunmayan bir kalemin yeniden üretilmeye karar verilmesi bile bence büyük bir ilerlemedir. Bu kararın arkasından güzel şeyler gelsin dilerim.

18 Nisan 2017

Cicero ile Yaşlılık ve Yazı Üzerine


Romalı düşünür ve devlet adamı Cicero (Kikero diye okunuyormuş) ya da tam adıyla Marcus Tullius Cicero, aradan geçen 2 bin yıl sonra bile yazdıklarına dikkat kesileceğimiz, sözleri ve görüşleri kendi zamanın ötesine uzanabilen bir insan.


Cicero kitaplarını çok severmiş. Tıpkı Dersu Uzala'nın  doğadaki nesneleri ve canlıları kişileştirmesi gibi Cicero da kitaplarını bir tür insan saymıştır. Öyle ki sevgili kitaplarının üzerinde hakları bulunduğunu düşünmüş ve onları hesap vermek zorunda olduğu eski arkadaşları gibi görmüştür.

Roger Harris'in Imperium isimli eserinin ilk sayfasında ise anlatıcı şöyle der: "Zengin biri değildi, büyük bir komutan değildi. Cicero'nun kendi sesinden ve sözünden başka hiçbir şeyi yoktu."

Cicero'nun Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine isimli kitabının yeni bir çevirisi piyasaya çıkalı belki bir hafta, bana hediye edileli ise 4 gün oldu ama toplamda belki 5 kez okudum (sonuncusunda bir cümleyi arıyordum.) 

Cengiz Çevik'in Latince aslından çevirdiği İş Bankası Kültür Yayınları'nın Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi'ne ait Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine kitabı bazen beni de ciddi bir şekilde kaygılandıran günümüzün bazı konuları nedeniyle binlerce yıl önceye bakmaya vesile olduğu için dikkatle okudum.

Cicero bu kitabı ölmeden bir yıl önce 62 yaşında yazmış. Sezar, Marcus Antonius ve Sezar'ın yeğeni ve evlatlık edindiği Augustus arasında kalan bir zeka. Cumhuriyeti savunan Cicero, halkın arzularına ve güç sahibi insanların hırslarına engel olamadı. Cumhuriyeti yıkan Augustus 58 yıl hüküm sürmüş ama Roma'nın sonunu getiren zincirin ilk halkası olmuştu. 

Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine kısacık bir kitap ama hacmiyle ters orantılı olarak dolu dolu. Üstelik yaşlılığa bakışta Eskiçağ'dan birine kulak vermenin, okumanın, öğrenmenin hazzını yaşatıyor. Zaten Cicero, "Doğmadan önce olanları bilmemek sürekli çocuk kalmaktır." diyen biri. 

Hepimiz, yaşlı olmak ve yaşlanmak üzerine düşünmeliyiz. Bu kitabı okurken hem tarih üzerine (BBC ve HBO ortak yapımı olan Rome isimli muazzam dizi aklıma geldi. Antik Roma uygarlığına meraklı olanlar muhakkak izlemeli derim.) hem de yazının çağları aşan gücü üzerine düşündüm.

Cicero (d. MÖ 3 Ocak 106 - ö. MÖ 7 Aralık 43)
Cicero'nun "Bir bahçen, bir de kütüphanen varsa eğer; ihtiyacın olan her şeye sahipsin demektir." sözüne yürekten katılıyorum.

Peki ama bunca yazıya ve tarihsel birikime uzaktan bakanlar ne görür, ne duyar acaba?
“Seneca, Cicero, Epikuros, Plutharkos gibi bilgelerin en hırpalayıcı özelliği, insanın akıl yürütme yetisinin iki bin yıl sonra mek parmak gelişmediğini kanıtlamalarıdır.” (Enis Batur, Kulak, Sel Yay., 2008)

05 Nisan 2017

İzel Rozental'ın Yeni Scrikss 419 Açıklaması


İzel Rozental bilindiği gibi Scrikss yöneticisi olmaktan çok bir karikatürist olarak tanınıyor. Çünkü 25 yıldır karikatür çiziyor. “Kalem her ne kadar mesleğimse, karikatür benim için tutku ötesidir." diyen birinden söz ediyoruz.

Scrikss 419 hakkında hem 2012'den beri yaptığımız Savoy Pastanesi'ndeki dost sohbetlerinde konuşmuş, hem de daha önce blogta defalarca yazmıştım


İzel Rozental ile karşılaştığımız vakitlerde de hasta ruhlu biri gibi her defasında 419'u sormadan edemem. İzel Bey ile ilk karşılaşmam 2013'te Mürekkepbalığı vesilesiyle Scrikss merkezinde olmuştu. O gün ısrarlı sorulara karşı uzun uzadıya yeniden üretim konusundaki sıkıntıları anlatmıştı. 



Scrikss 419
En son 5 Aralık 2016'da Galata'daki Schneidertempel Sanat Merkezi’nde 25. sanat yılını kutladığı Karikatör isimli sergide görüşmüştük. O akşam yine bir fırsatını bulup 419'u sormuştum. O akşam galiba benden başkaları da sormuş olacak ki ilk defa "Üretemiyoruz." dememiş, "Keşke!" demişti.

Bugün yeniden "Hatırlarsanız Galata'daki sergide Scrikss 419'u sormuştum. Şimdi de Scrikss 419'un yeniden üretileceği konuşuluyor acaba bu söylenti doğru mudur?" diye tekrar kendisine sordum.


İzel Rozental'in yanıtı ise şöyle: 


Sizdiniz demek! Şimdi hatırladım. Kalabalıktan ve ilgiden başım dönmüş, ayaklarım yere basmıyordu, soru hep aklımda ama kimden geldiğini hatırlamıyordum. Evet doğrudur, gelen yoğun istek karşısında 419 modelinin yeniden üretimine karar verdik ve bunun için ilk adımları attık. 
Üretimi oldukça güç ve çok hassas bir kalem olduğundan – ucu ve metal aksamlarının dışında 13 farklı plastik enjeksiyon kalıbının bileşiminden oluşuyor – üretim süresi biraz zaman alacaktır. En erken güz döneminde piyasaya sürebileceğimizi sanıyorum.

YENİ SCRIKSS 419 NE KADAR YENİ?
 
Not: Yetkili ağızdan öğrendiğimize göre sonbaharda piyasaya çıkacağı söylenen Scrikss 419 güya piyasaya çıkmış! Alanlar varmış, hatta aceleden bir de inceleme yayımlayıp üstüne çekiliş düzenliyorlar. Ben henüz kalemi göremedim. Ancak hem bu kadar çabuk hem de eskisinin aynısı bir şekilde çıkmış olmasına çok şaşırdım. Henüz doğrulayamadım ama depolarda kalan NOS (New Old Stock) denilen modellerin satışa sunulmuş olması yüksek ihtimal. Bilindiği gibi Scrikss ömür boyu garanti verdiğinden yüksek miktarda yedek parça depoluyor. Scrikss'in Türkiye çapında bir dağıtım ağı olduğundan sadece 2 yerde satışta olması da bu düşüncemi doğruluyor. Yani bu yeni olduğu söylenen kalemler aslında yeni versiyon değil gibi görünüyor.


Not 2: Karanlık çağlarda mı yaşıyoruz anlamıyorum. Scrikss firmasının halkla ilişkiler birimi yok mudur? Kendi sitesinde acilen Scrikss 419 ile ilgili doyurucu bir açıklama yapmalıdır.

01 Nisan 2017

Scrikss: 1962-1990 Arası Gazete İlanları


21 Kasım 1962, Milliyet
Bulabildiğim en eski Scrikss ilanı 1962'den.


11 Şubat 1963, Milliyet

Bilmem hiç dikkat ettiniz mi, tıpkı Parker ve Sheaffer ilanlarında olduğu gibi Scrikss ilanlarında da kapak hep gövdeye takılıdır.


30 Kasım 1966, Milliyet


Eski paralar şimdi daha ilgi çekici galiba. Şu 2,5 liralık bozuk paralara küçükken hayretle baktığımı hatırlıyorum.


2 Ekim 1967, Milliyet

Genellikle kalemlerle ilgili pek fazla bilgi paylaşmayan Scrikss'in böyle bir ilanını ilk gördüğümde çok şaşırdığımı itiraf edeyim. Keşke patent belgelerindeki gibi daha teknik bir çizim olsaydı. 


21 Ekim 1987, Milliyet, Scrikss 17
1 Kasım 1990, Milliyet,  Scrikss 419
En beğendiğim ilanlar işte bu tarz olanlar. Geçmiş ile gelecek arasında böyle güzel bağlantılar kurmak çok güzel bir tavır. 


31 Mart 2017

İlköğretimde El Yazısı Kalkıyor

Harfler, Emin Barın, 1942
Dün Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ın "Bitişik eğik el yazısı uygulamasının önümüzdeki öğretim döneminde kaldırılacağını" açıklamasıyla birlikte halkın çoğunluğu sevindi. Bugün de hemen bütün gazetelerde konuyla ilgili haberler var. Sosyal medya hesaplarında ise bir sevinç dalgası yayılıyor. Meğer bitişik eğik el yazısı bir işkence türünün adıymış! 


Yazı: Erhan Olcay

Bitişik eğik el yazısı gibi bir güzelliğin nasıl olup da imece usulüyle mahvedildiğini hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz. Ben de bir baba olarak bu sistemin getirdiği bütün sıkıntıları yaşadım. Çocuklar bitişik eğik el yazısıyla yazmayı öğrendi ama öyle kötü bir sistemle öğrendiler ki onarılamayacak hatalardan dolayı yarım yamalak öğrenmiş oldular. Buna da öğrenmek denemez. Şimdi çocukların büyük çoğunluğu hem eğik hem dik düz yazıyla yazmakta zorlanıyor.

Bitişik eğik el yazısı, son derece doğru bir karar olmasına rağmen bakanlık yeterli hazırlığı yapmadığından ve bitişik eğik el yazısındaki katı tutumu nedeniyle birinci sorumludur. İkinci en büyük sorumlu da öğretmenlerdir. Öğretmenler bu sistemi bunca yıl kabullenemedi maalesef. Öğretmenlerin çoğu yeterli donanıma sahip olmadıklarından ve el yazısından nefret ettikleri için kendi yetiştirdikleri, ilk harfleri öğrettikleri öğrencilerinin yazılarını bile okuyamayacak kadar kötüydüler maalesef. Şimdi sistemin kalkmasından dolayı en büyük sevinç duyan yine onlar. Çünkü çocukların kötüleşen yazılarını düzeltmek de istemediler. Her şeyi öylesine ortada bıraktılar ki bakanlık bu işten dönsün aileler de tepki göstersin istediler. Başardılar, istedikleri oldu. Bakanlık kamuoyu baskısına direnemedi.

Oysa bitişik eğik el yazısının çocuklara büyük kazanımlar getirebilirdi. Lakin bakanlığın yıllarca oturtamadığı, öğretmenlerin sevemediği, aleyhinde olduğu bir şeyi çocuklar nasıl sevebilir ki? Kimse bu sistemi sevmedi, benimsemedi. Çünkü kimse oturup el yazısıyla yazı yazmayı sevmiyor, istemiyor. (Cep telefonunun tuşlarına dokunmak daha kolay geliyor.) 

Herkes sistemi daha beter bir hale getirmek için çok çalıştı ve neticede bitişik eğik el yazısı kaldırıldı. (Zaten doğru düzgün uygulanmıyordu, çocukların kafası çok karışmıştı.) Şimdi yeniden başa dönülüyor. Bunca yıl kazanılan bir şey olmadığı için kültürel anlamda kayıplarımız giderek çoğalıyor. Sistemi ıslah etmek yerine toptan kaldırmak herkesin işine geliyor.

Ben dik düz yazı ile yetiştim. Sadece güzel yazı derslerinde harflerin güzelliğini görmüş etkilenmiştim. Doğrusu o güzel harfleri o dönem de çok seven olmamıştı. Zaten toplum olarak yazı ile aramız hiçbir zaman çok iyi olmamış diye düşünüyorum. 

Böyle bir toplumda Emin Barın gibi güzel insanlar bir kuyruklu yıldız gibi belirip kayboluyor maalesef. Necmeddin Okyay gibi, Ahmed Karahisari gibi efsaneler milyonda bir çıkıyor.

5 Nisan 2017, Vatan

29 Mart 2017

Dolmakalemin 40 Faydası

Pelikan 120
 
Dün sabah, yağ gibi kayan bir uçla, üstelik gazete kâğıdına keyifle bir not düşerken, genç bir arkadaş "Bu kalemin ne faydası var?" diye sordu. Ben de "Hangi birini sayayım, 40'tan fazla yararını gördüm." diye cevap verdim. İnanmayıp güldü. 

Sonra elindeki tükenmezkalemi gösterip benim elimdeki cânım Sheaffer ile aynı işi yaptığını söyledi. Üstelik benim ellerimde mürekkep lekeleri varmış, onu elleri tertemizmiş filan. "Bak sana dolmakalemin en az 40 tane faydasını yazacağım, sen de bir okursun, belki fikrin değişir." dedim.

İtiraf etmek gerekir şimdi: Herhangi bir kalemin, bir dolmakalemden öyle aşırı büyük bir farkı da yoktur. Arkadaşım bir yerde haklı, dolmakalem diğer kalemlere çok benzer. Mesela kurşunkalem ile hoş yazılara imza atabilir, aynı şekilde Montblanc 149 ile şiir de yazabilirsiniz. Basit bir bas-çek fotoğraf makinesi de temelde bir Leica veya bir Hasselblad ile aynı işlevi yerine getirir. Örnekleri çok daha uç noktalara götürebiliriz, bir Casio F-91w de Patek Philippe Nautilus da günün hangi vaktinde olduğumuzu gösterir. Biraz daha kişiselleştirelim; biz de elimize bir fırça alıp resim yapmaya başlayabilir, kendimize ressam diyebiliriz. Lakin suyun öte yanında Picasso, Klee, Dürer, Munch ve 500 yıl öncesinden ise Leonardo da Vinci var. 

Bu örneklere başka bir açıdan da bakabiliriz: İsterseniz elinizde dünyanın en pahalı makinesi de olsa Henri Cartier-Bresson gibi fotoğraf çekmek mümkün olabilir mi? Dilerseniz büyük usta Necmeddin Okyay'ın kalemini, kâğıdını, mürekkebini elinize alın, onun gibi yazmak da mümkün değil artık. Bu başka bir meseledir, zaman, mekân ve ruh ikliminin değişkenliği de işin içine girer.

Demek istediğim anlaşılmıştır sanıyorum, teoride benzerlik gösterseler de aynı işlevi yerine getiren iki şey arasındaki bazı farklılıklar herkes için değil belki ama meraklı kişiler için son derece önemlidir.


Konuyu dağıttım ama hemen topluyorum, daha önce hiç dolmakalem kullanmayanlar için 40 faydasını anlatayım: 

1. Dolmakalem, hatırlatır. 


Bildiğiniz gibi insan unutkan bir varlık. Bizim için çok ama çok önemli olan hatıraları bile unutabiliyoruz, her yeni duruma kolayca alışıyoruz. Kim çocukluğundan kalma kurşunkalemleri yanında taşıyor? Tükenmez denilen kalemler bile tükeniyor, kurşunkalemler aşınıyor, rapidolar kayboluyor. Demem o ki dolmakalem, eşyanın tamir edilebildiği bir devrin simgesidir. Geçmişimizden bir ayna gibidir.


(Not: Samiha Ayverdi Hanımefendi kurşunkalemleri küçülene kadar kullanır, sonra onları atmaya kıyamaz, onları bir kavanozda biriktirirmiş ama biz onun gibi olamayız galiba. O da başka bir ruh ikliminin insanı.)

2. Dolmakalem umut verir.


Dolmakalem yazının 6 bin yıllık tarihinde kalemin geldiği zirve noktasıdır. Üstelik geliştirilmeye devam edilmekte, yeni patentler alınmaktadır. Dijital çağın umutsuzluğuna karşı 

3. Dolmakalem hüzünlendirir.

Hayat mutluluk getirmez pek. Arada sırada güzel bir şey olur. Neden dünyayı zehir eder insanlık anlamak mümkün değil. Daha önce de yazdım bunca kötülüğün, karanlığın, yozlaştırılmış fikirlerin, zorbalığın, maddi değerlerin hüküm sürdüğü, manevi değerlerin sömürüldüğü ve aşağılandığı bir dünyada, her şeye rağmen insan olmak, çantamızda, cebimizde, okuduğumuz kitabın kenarında güzel bir dolmakalemin olması hüzün verici değil midir?

4. Dolmakalem dengeyi sağlar.

Çok dengesiz bir hayat sürüyoruz. Arada sırada bunaldığımız zaman yaslanacak bir dayanak noktasına ihtiyacımız var. Nefes almamız gerekiyor, yaşamaya devam etmemiz gerekiyor. Dolmakalem, tıpkı bizi başka dünyalara götüren resimler, müzikler ve kitaplar gibi bir nirengi noktasıdır.

5. Dolmakalem kendimizi daha iyi ifade etmemiz için teşvik eder.


Her insanın yazı tarzı farklı. Dolayısıyla ihtiyaç duyduğumuz kalem de farklıdır. Her şeyi olduğu gibi kabul edenler dolmakalemden bir şey anlamayabilir. Oysa eğer meraklıysak, elimizin ve zihnimizin uzantısı olabilecek o güzel kalemi aramak güzel bir yolculuktur. "Ne istiyorum?" sorusuna bir cevap aramak, kendimizi tanımakla bir yere varmak mümkündür.

6. Dolmakalem yaralarımızı iyileştirir.


7. Dolmakalem gizli güzellikleri görmemizi sağlar.

8. Dolmakalem ile yazı yazmak hafızayı güçlendirir, öğrenmeyi kolaylaştırır.

9. Dolmakalem kendimizi tanımamızı sağlar.

10. Dolmakalem diplomasi yeteneğimizi artırır.

Dolmakalem kültürü devlet gibidir. Kimisi Ortadoğu'da bir krallık, kimi Avrupa'nın bir kıyısında prenslik, kimisi de (kâğıt, mürekkep) komşularımızın çoğu gibi dertlidir. Kendi başına olsa bir sorun yoktur da, yazı yazmak için zincirin bütün halkalarını sağlamlaştırmak gerektiğini düşündürür. İşlerin yolunda gitmesi için kâğıda dikkat etmek, mürekkebin iyisini seçmek, kalemin ucunun iyi olmasını sağlamamız gerekiyor. Biz de bir diplomat gibi uluslararası ilişkileri anlamak zorundayız. 

11. Dolmakalem odaklanmamızı sağlar.

Günlük hayatımızda o kadar çok uyarıcı var ki kendimizi bir keşmekeşin içinde kaybedebiliyoruz. Özellikle internet aklımızı başımızdan alan bir dünya, 

sosyal medya hesaplarımızda takip ettiğimiz insanların çoğu sürekli olarak mutsuzluklarını, eleştirilerini ve bilimum rahatsızlıklarını bize yansıtıyorlar. Güzel şeyler yazan pek az insan var, onlara da gündem müsaade etmiyor. Oya dijital hayatımızı geçici olarak bir kenara bırakabilirsek daha mutlu olabiliriz. Oturup düşüncelerimizi bir kâğıda yazabiliriz, sadece beyaz bir sayfaya odaklanabiliriz. Cep telefonumuzu kapatıp, defterimizi açarsak bize otomobil çarpması düşük bir olasılıktır.

12. Dolmakalem meraklı olmamıza neden olur.

13. Dolmakalem sanata ilgi duymamızı sağlar.

Mürekkepbalığı ve başka dergiler için dolmakalem koleksiyoncularıyla röportajlar yaptım. Evlerine, ofislerine konuk olduğum bu insanların ortak özelliği duvarlarda ressamların, hattatların eserlerinin olmasıydı. Bir kısmı fotoğrafa ve heykele de ilgi duyuyordu. Hepsinin de sanatla dolu bir hayatları vardı. Müzik zevkleri gelişmişti. 

14. Dolmakalem estetik değerlerimizi geliştirir.

15. Dolmakalem kâğıda hürmet etmemizi sağlar.

16. Dolmakalem mürekkebin başka bir dünya olduğunu öğretir.

17. Dolmakalem zayıf yönlerimizi gösterir, hayata dayanma gücümüzü çoğaltır. 

18. Dolmakalem olaylara daha geniş bir açıdan bakmamızı sağlar, ufkumuzu en az iki katına çıkarır.

Mesela milattan 4 bin yıl önce yazı bulunduğuna ve tarihin başlangıcı olduğuna göre biz şimdi 6017 yılındayız. 

19. Dolmakalem eşyanın tabiatına saygımızı çoğaltır.

20. Dolmakalem gelip geçici hevesli değil, tutkulu olmamız gerektiğini duyurur.

21. Dolmakalem kaliteli nesnelere dikkati artırır.

Ucuz plastik gövdeli kalemlerden, reçine gövdeli, altın uçlu kalemlere uzanan çeşitliliğin içinde kaliteli olanın daha uzun ömürlü olduğunu öğreniriz.

22. Dolmakalem iyiyi kötüden ayırt etmemize neden olur.

İnsanın eline mürekkep bulaşması eşyanın iyi kötü yönleri üzerine düşünmenizi sağlar. Kalemin ucu kâğıdı yırtıyor, istediğimiz gibi yazmıyorsa neden böyle oluyor diye düşünürüz. Tıpkı hayatımızdaki pek çok şey gibi, mikro ölçekte aynı sorunlarla boğuşuyoruz.

23. Dolmakalem bizi özgürleştirir.


Scrikss 419

24. Dolmakalem bizi daha kültürlü biri yapar.

Çünkü her dolmakalemin bir öyküsü ve bir felsefesi vardır. Kâğıda dökülen her harfin bir tarihi vardır. 

25. Dolmakalem parmaklarımızı nasır tutmaktan kurtarır.

İyi dolmakalemin en güzel özelliği belki de budur. Kâğıdın üzerine basınç uygulamaya, kazarak yazı yazmaya gerek yoktur. Sadece dokunmak yeterli olur.

26. Dolmakalem sakinleştirir.

27. Dolmakalem pratik düşünmeyi sağlar.

28. Dolmakalem biriktirmenin iyi ve kötü yönlerini görmemizi sağlar.

29. Dolmakalem güzel sevgi (bibliyofil/kitap sever) ile hastalıklı sevgi (bibliyoman/kitap hastası) arasındaki farkı öğretir.

Dolmakalem her alanda olduğu gibi bir konunun saf meraklısı ile salt biriktirmekle meşgul olanları gösterir. Kalem biriktirmekten yazı yazmaya vakit bulamayanlar da var, onlar bibliyomanlar gibidir, sahip oldukları güzelliklerin farkında değillerdir çünkü sadece sahip olma kısmıyla ilgilenirler. Onlardan olmayalım.

30. Dolmakalem bilimsel düşünceye eğilimi artırır, mümkün olduğu kadar dogmatik, kerameti kendinden menkul düşüncelerden uzaklaştırır.


31. Dolmakalem zanaatkârlara saygı duymamızı sağlar.

32. Dolmakalem dijital verilerin uçucu, analog verilerin kalıcı olduğunu öğretir.

33. Dolmakalem ahengin, uyumun, müziğin ve ritmin hayatın içindeki önemini anlatır.

34. Dolmakalem güzellikleri çoğaltmayı önerir.

Sheaffer NoNonsense

35. Dolmakalem doğu ve batı düşünce sistemlerinin günlük hayata etkilerini anlamamızı sağlar.

36. Dolmakalem sanatın ana damarının şiir olduğunu duyurur.

37. Dolmakalem yalnızlığın güzellikleri olduğunu öğretir.

38. Dolmakalem kavgadan, şiddetten uzaklaştırır, yazının iyileştirici gücünün simgesidir.

39. Dolmakalem ne kadar az şey bildiğimizi gösterir.

40. Dolmakalem dünyadaki her şeyin bir parçası olduğumuzu anlatır. 

Ek:

41. Dolmakalem birleştirir. (Naile U.)

"En güzel yönü de karşınıza güzel insanlar çıkartması, bu güzel insanlar sayesinde insan hem kendini, hem de etrafını daha güzel tanıma olanağı buluyor, ufku genişliyor. Yalnız olmadığını anlıyor." (Yerinde Çizer)

42. Dolmakalem yavaşlatır.

"Dolmakalem yavaşlatır! Biliyorsunuz, çağımız hız çağı olarak adlandırılıyor. Hemen herkes her şeyin hızlı olmasını istiyor. Herkesin çok ama çok acelesi var. Oysa yavaşlamak iyidir. Hayatı sindire sindire yaşamak aslında çok şey katar insana... Dolmakalemle yazarken yavaşlarım. Boş sayfaya sözcükleri birbiri ardına sıralarken, kimi zaman durur kalemime bakarım, onu gözlerimle okşarım. O an yazacağım sözcüğün tüm ağırlığını ya da hafifliğini kalbimde hissederim. Dolmakalem, aceleyi sevmez." (Meltem Ruscuklu)

15 Mart 2017

Dolmakalem Klipsi


Bilmem hiç dolmakalem klipsleri hakkında hiç düşündünüz mü? Günümüzde hemen her kalemin bir klipsi var ama dolmakalem klipsinin hikayesi başka.

İlk dolmakalem klipsi 1905'te icat edilmiş. Bugün sıradan bulduğumuz bir özellik ama klips icat edildiği günden bu yana sürekli geliştirildi.

Tarihteki ilk klipsler minicikti.

Aslında klips, bir rock grubundaki bas gitara benzer. Olduğu zaman farkında değiliz, yokluğu ise hemen anlaşılır. Klips de böyle bir nesnedir. Çok da önemli olmayan bir parça gibi görünür ama bir kalemde klips olmayınca hemen yadırgarız. Gerçi bu da bir görgü ve kültür meselesi. 

Bazıları hiç klips sevmez, gömlek cebinde de taşımaz. Uzakdoğu kültüründe ise gördüğüm kadarıyla klipse batıdaki kadar önem verilmiyor. El yapımı kalemler doğal olarak değerli kimono kumaşlarından kılıflarda taşınıyor. Bu durumda zaten klipse hiç gerek yok bence.
Osmanlı dönemi ahşap kalem kutusu

Kamış kalem kültürünün olduğu şark coğrafyasında ise kalem kutuları vardır. Üstelik her biri yazı kültürü tarihindeki eşsiz sanat eserleridir.
Osmanlı dönemi gümüş divit.
Mürekkep ve kamış kalemlerin birlikte taşınabildiği divitler de başka bir dünya ve yazı konusudur. Divitler, hançer gibi kuşakta taşınıyordu. Divit ve kalem kutusu çağında henüz gömleklerin yakası da cebi de yoktu. (Gereksiz bir ayrıntı, ilk gömlek giyenler Eski Mısırlılardı.)




Dolmakalem tarihinin kilometre taşlarından biri, Lewis E. Waterman 1884 tarihli bir patent.

Hemen her yerde daha klips diye bir şey ortada yok iken, kalemler ahşap veya metal kutularda taşınıyordu. Doğal olarak ilk icat edilen dolmakalemlerde klips filan yoktur. Gerçi dolmakalemi icat edenler bir olmamışlık duygusunu 20 küsur yıl kadar yaşadıktan sonra klipsi de icat etmekte gecikmediler.


İlk dolmakalem klipsi için 1905'te alınan patent. (Yine bir Waterman icadı.)

Böylece klips kalemlerde tarihsel olarak önce Batı kültüründe bir yer edindi.


Pelikan 120 ve 140'ların efsane klipsi.
 
Batı dünyası çok daha pratik düşünce sistemine sahip olduğundan klips zamanla çok önem kazanmış ve çeşitlenmiş. Üstelik öyle ayrıntılar var ki konuya vakıf olmayan biri hayret edebilir. 

Parker 51, kült kalemlerden.


Mesela sadece tek başına Parker firmasının halk arasında "gömlek düşmanı" olarak da bilinen) ok ucuna benzeyen klipsinin zengin bir tarihi var ve hakkında kitap bile yazılabilir. 

Parker 51

Parker 61 klipsleri
Parker Vector (kalem ucuzladıkça ok da sadeleşmiş)


Parker kalemlerindeki ok figürünün tarihsel bir gelişimi var, önceleri (1930'lardan itibaren) daha ayrıntılı ve çok süslü iken günümüze doğru kimi zaman ayrıntılardan kurtulup daha sade ve daha stilize bir ok figürüne dönüştüğü de oluyor. Yani klips figürü basit bir ok değil, kalemin ucuna bile yerleştiği oluyor firmanın da simgesi ve ayırt edici bir özelliği oluyor.

Lamy Al-star

Klips bir yerde firmanın kimliğinin temel öğelerini, tavrını gösterir ama diğer yandan kullanıcının yaklaşımını da etkiler. Lamy Safari ve Al-star gibi modellerin 1980'lerden bu yana özellikle genç insanlar arasında çok tutulmasının bir nedeni de klipsinin ataşı andırması değil midir? Düşünüyorum da ataş bir zamanlar o kadar çok kullanılan bir nesneydi ki hemen her yerde bulunurdu. Şimdilerde azalsa da çatal-kaşık gibi basit ama temel bir ihtiyacı karşılamaya devam ediyor ve halen her kırtasiyede bulunuyor. Dolmakaleme hiç aşina olmayanlar Lamy Safari gibi kalemleri klasik dolmakalem havasından uzak ve kendilerine daha yakın bulurlar. Renk önemli bir faktör ama diğer Lamy modelleri (en kült model Lamy 2000 mesela) Safari'den çok daha iyi olmasına rağmen o kadar popüler değildir, bunda klipsinin de payı var bence.


Scrikss 419

Benim en sevdiğim klips ise Scrikss 419'un klipsi. Bu klips, temiz duruşu, aşağıya doğru genişleyen kanatları, "S" harfinin bulunduğu alınlık kısmı, çizgilerinin sadeliği ve zarafetiyle bence bir başyapıt.

Ayrıca eklemeden geçemeyeceğim, Scrikss 419'un klips tasarımı bana Romalı askerlerin kullandığı Gladius isimli kısa kılıcı hatırlatıyor.
Antik Roma Kılıçları

Yılan veya kartal şeklinde fantastik klipsler de var. Çıkartılıp takılabilen Kaweco klipslerini de ilginç bulmuşumdur. Graf von Faber-Castell kalemlerindeki yaylı klips de çok kalitelidir.

Visconti Van Gogh Amber


Ancak şimdiye kadar kullandığım en rahat klips Visconti kalemlerindeki simgesel anlamları bulunan köprü şeklindeki yaylı klips.