Pelikan 120 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pelikan 120 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

07 Ocak 2021

Pelikan 120 ile Zamanda Yolculuk

1 Nisan 1929, Milliyet

Yıl 1929, Harf Devriminin ilk aylarındayız, gazeteciler ve mürettipler yeni çağa uyum sağlamaya çalışıyor.

Bu arada Pelikan 120 de her şeyin yanına yakışıyor galiba.

04 Ocak 2019

Madenci ve Aynası

Nikon D700, Nikkor 50mm f/1.4D

Ekonominin ağır aksak gidişinden dolayı artık iyice azalsa da kaliteli kitaplar görmek sevindirici.  

Madenci de bu ara çıkan nadir ve güzel kitaplardan biri. İlk kez 1908'de yayımlanmış. Fakat roman hiç 100 yaşındaymış gibi durmuyor, sanki dün yazılmış gibi taze. Çevirmeni de kendisiyle fotoğraf üzerine konuşmaktan büyük heyecan duyduğum Sinan Ceylan. (Geçen yıl, 19 Ekim'de fotoğraf üzerine sorduğu bir soruyu halen düşünüyorum.)

Bir kenarda birikmiş nice kitap varken, daha yeni aldığım bir kitaba hemen başlamak haksızlık gibi geliyor bana. Şöyle bir bakıp sıraya alayım derken nasıl olduysa ilk cümlelerle birlikte kafası son derece karışık 19 yaşındaki genç kahramanın peşinden ben de yürümeye başladım. Artık genç sayılmasam da benim de aklımdan başka bir coğrafyaya ve zamana uygun benzeri gevezelikler, kararsızlıklar, benzeri tereddütler veya akışa uymalar var. Kahramanın zihni düşünce denizinde iştahla hiç durmadan büyük bir gevezelikle yüzerken okumayı bırakmak zor.
 
Yazarı modern Japon edebiyatının büyük yazarlarından biri Natsume Soseki.  
Japon edebiyatına Yasunari Kawabata ile başladım galiba. Sonra Abe Kobo ve Tanizaki geldi belki. Sıralama çok önemli değil, en sevdiğim ise tartışmasız Haruki Murakami.

Madenci'nin sonsözü de Murakami imzalı zaten, bu da ayrı bir güzellik.

Neyse, kitabı bir kenara bırakayım şimdi. Başka şeylerden söz edeyim.

Yazıyla çiziyle ilgilenenler, günlük tutan insanlar, başkalarının fikirlerini değil de kendi fikirlerini kâğıda dökenler de bir tür madenci sayılmaz mı? Henüz dünyanın keşfedilmeyen, gidilemeyen yerlerinin olması gibi insan ruhunun da görmediğimiz, anlayamadığımız yerleri var. Çizgiler, harfler ve kelimeler de bir madenin damarları. Nereye varıyor acaba? 

Deftere düşen dürüst harflerimize bir büyüteçle daha yakından bakmak ile bir aynaya bakmak arasında büyük bir fark var mıdır? 

Aynada bize bakan ikiz kardeşimizi görmek ve daha önce hiç bilmediğimiz şeyleri anlamak mümkün mü?

Geçen gün, koluna girip birlikte merdivenleri adım adım çıkarken artık yaşlı olduğunu söyleyen çok sevdiğim bir büyüğüm ile konuşuyordum. Eve vardığımızda konuşmaya devam ettik. Hastalık onu iyice zayıflatmış. Sonra çok yorgun olduğunu söyledi. Konuşurken bir ara durdu, aklına bir şey geldi galiba dedim. "Biliyor musun oğlum gönül hiç yaşlanmıyor," dedi.

15 Eylül 2017

Platonov ile Çizmek


Daha önce, başka bir blogta; Andrey Platonov bence Rus edebiyatının en büyük yazarlarından biri, demiştim. Düzeltmem gerekiyor, bence kendisi Rus edebiyatının en büyük yazarı.

Gogol, Çehov, Puşkin, Gonçarov, Lermontov, Dostoyevski ve Tolstoy ne güne duruyor dediğinizi duyar gibiyim, bu kişiler büyük isimler elbette ama daha ilk cümlelerden itibaren kalbime dokunan tek bir yazar var, o da Platonov. 

Platonov sevgimde, çevirmen Günay Çetao Kızılırmak'ın ve Metis'in (editör Özde Duygu Gürkan) önemli bir yeri var. Mesela Çukur kitabını daha önce, Turkuvaz Kitap'tan Kayhan Yükseler çevirisiyle okumuştum, iyi bir çeviriydi ama kitabı sevememiştim. Oysa geçen akşam, Beşiktaş, Porto'yu 3-1 yeneyazdığı sıralarda ben Beşiktaş'taki Mephisto'da işte bu kitaba bakıyordum ve ne olursa olsun yine alacaktım ama çok büyük bir umudum yoktu. Fakat kasaya giderken daha ilk cümlelere bakar bakmaz kitabevine kadar gelen uğultular uzaklaştı. Birden kendimi düşüncelere dalmış Voşov ile birlikte Rusya'da sıcak bir havada yürürken buldum! 

Demek istediğim, çeviri muazzam, harika, enfes. Kitabın güzelliğinde editörün de hakkını teslim etmek gerek, güzel bir iş çıkarılmış.

Tıpkı, Çevengur, Can, Muhteşem Vahşi Dünya ve Dönüş kitaplarında olduğu gibi olağanüstü bir Türkçe ile çevrilmiş. Adeta Rusça saydamlaşıp Türkçeye dönüşmüş. Neden böyle söylüyorum? Rusça biliyor muyum? Hayır, ama okur hissiyatım böyle söylüyor işte. Yayınevini kutlarım böyle efsanevi kitaplara imza attıkları için ne kadar sevinseler azdır. 

Daha önce Platonov'un bir eserini hiç okumayanlar için şunu söyleyeyim, bu kitapla başlayın, sonra, Mutlu Moskova, Dönüş, Muhteşem Vahşi Dünya ve Can'ı okuyun. En son olarak da Çevengur'u okursanız, dünyanın sonuna gelmiş gibi hissedip başa dönüp yeniden okumak isteyeceksiniz. Bu okuma seferinde ise son okumak istediğiniz kitap Can olacaktır. Dünya edebiyatında böyle bir eserin benzeri yok. Sanki Çevengur'un var mı? diyor içimdeki ses. Neyse işte, herkes kendi kararını versin ben çekiliyorum. 

Not: İşte böyle sabah sabah, içimden geldi ve dolmakalemi çıkardığım gibi Voşov'u çizeyim istedim, olmadı ama olsun.

07 Nisan 2017

Pelikan 120: Ne Varsa Eskilerde Var


Eski kalemleri kutulu bulmak zor. Masada Penguin kitaplarına benzer kapağı ile göz kırpan kitabı çevirmenin ismini görünce (kalem meraklısı Eser Bakdur) aldım.
Geçen haftalarda arada sırada ziyaret ettiğim antikacıda güzel bir Pelikan 120 buldum. İster istemez Pelikan üzerinden yeni-eski kavramları hakkında düşündüm biraz.

Yeni kalemleri biraz çiğ buluyorum. Zaten yeni olan hemen her şey biraz öyle değil midir? Yeniye hep rağbet vardır, minik bir lekeye bile tahammül edilmez ama yeni olan, aslında henüz olmamıştır ve daha kendi ruhunu bulamamıştır. (Koleksiyoncu Tamer Tellikurşun ile yaptığım röportajda bu durumu daha iyi anlamıştım. Eski kalemler tarihin kucağında büyür, olgunlaşır. Hele temiz, titiz ellerden geçtiyse zarafetini muhafaza etmiştir.)

Şimdi yeni dolmakalemlerin ateş pahasına satıldığı zamanlarda yaşıyoruz. 

Pelikan sevdiğim bir marka ama fiyatları beni eziyor maalesef. Uzun zamandır bir dolmakaleme vereceğim parayla fotoğraf makinem için evladiyelik bir lens alırım daha iyi diye düşünmekteyim. (Dolayısıyla uzun zamandır ne kalem ne de lens alamıyorum.)



Pelikan 120, kitap arkadaşlarımdan biri.
Sadece fiyat politikası değil bazı eski kalemlerin değerli oluşlarında hem kendilerine özgü bir hava hem de geçmişte zanaate daha bir önem verilmesinin büyük etkisi vardır. 

Yeni üretilen dolmakalemler fiyatlarıyla ters orantılı ölçüde acı yaşatıyorlar bana. Mesela eskiden görünüşüne aldanıp bir dolmakalem almıştım. Hafiflik normalde iyidir fakat bu kalemde bana hiç uygun gelmedi. Öte yandan elime de uymadı sanki, oysa aynı boyda başka kalemlerle güzel anlaşabiliyordum. Eski dolmakalemler insan eline daha bir uyumlu üretilmiş sanki.  


Ne varsa eskilerde var...
Uzun lafın kısası antikacı dükkanında merakla raflara bakarken bulduğum Pelikan 120'nin ucuna dikkatle baktım, sağını solunu kurcaladım ve önemli bir kusurunu görmeyince fiyatını sordum, 50 lira yanıtını alınca fazla düşünmedim. (Aynı antikacı bir Parker 51 için 700 lira istiyordu. Ona doğru düzgün bakamadım. Yavaşça yerine bıraktım.) 

Böylece elimdeki 120'ye güzel bir kardeş gelmiş oldu.

- - - - - - - - - - - - -  YARIN: BİR KALEMİ DOKUZ AYDA YAPIYORLAR  - - - - - - - - - - - - - 

29 Mart 2017

Dolmakalemin 40 Faydası

Pelikan 120
 
Dün sabah, yağ gibi kayan bir uçla, üstelik gazete kâğıdına keyifle bir not düşerken, genç bir arkadaş "Bu kalemin ne faydası var?" diye sordu. Ben de "Hangi birini sayayım, 40'tan fazla yararını gördüm." diye cevap verdim. İnanmayıp güldü. 

Sonra elindeki tükenmezkalemi gösterip benim elimdeki cânım Sheaffer ile aynı işi yaptığını söyledi. Üstelik benim ellerimde mürekkep lekeleri varmış, onu elleri tertemizmiş filan. "Bak sana dolmakalemin en az 40 tane faydasını yazacağım, sen de bir okursun, belki fikrin değişir." dedim.

İtiraf etmek gerekir şimdi: Herhangi bir kalemin, bir dolmakalemden öyle aşırı büyük bir farkı da yoktur. Arkadaşım bir yerde haklı, dolmakalem diğer kalemlere çok benzer. Mesela kurşunkalem ile hoş yazılara imza atabilir, aynı şekilde Montblanc 149 ile şiir de yazabilirsiniz. Basit bir bas-çek fotoğraf makinesi de temelde bir Leica veya bir Hasselblad ile aynı işlevi yerine getirir. Örnekleri çok daha uç noktalara götürebiliriz, bir Casio F-91w de Patek Philippe Nautilus da günün hangi vaktinde olduğumuzu gösterir. Biraz daha kişiselleştirelim; biz de elimize bir fırça alıp resim yapmaya başlayabilir, kendimize ressam diyebiliriz. Lakin suyun öte yanında Picasso, Klee, Dürer, Munch ve 500 yıl öncesinden ise Leonardo da Vinci var. 

Bu örneklere başka bir açıdan da bakabiliriz: İsterseniz elinizde dünyanın en pahalı makinesi de olsa Henri Cartier-Bresson gibi fotoğraf çekmek mümkün olabilir mi? Dilerseniz büyük usta Necmeddin Okyay'ın kalemini, kâğıdını, mürekkebini elinize alın, onun gibi yazmak da mümkün değil artık. Bu başka bir meseledir, zaman, mekân ve ruh ikliminin değişkenliği de işin içine girer.

Demek istediğim anlaşılmıştır sanıyorum, teoride benzerlik gösterseler de aynı işlevi yerine getiren iki şey arasındaki bazı farklılıklar herkes için değil belki ama meraklı kişiler için son derece önemlidir.


Konuyu dağıttım ama hemen topluyorum, daha önce hiç dolmakalem kullanmayanlar için 40 faydasını anlatayım: 

1. Dolmakalem, hatırlatır. 


Bildiğiniz gibi insan unutkan bir varlık. Bizim için çok ama çok önemli olan hatıraları bile unutabiliyoruz, her yeni duruma kolayca alışıyoruz. Kim çocukluğundan kalma kurşunkalemleri yanında taşıyor? Tükenmez denilen kalemler bile tükeniyor, kurşunkalemler aşınıyor, rapidolar kayboluyor. Demem o ki dolmakalem, eşyanın tamir edilebildiği bir devrin simgesidir. Geçmişimizden bir ayna gibidir.


(Not: Samiha Ayverdi Hanımefendi kurşunkalemleri küçülene kadar kullanır, sonra onları atmaya kıyamaz, onları bir kavanozda biriktirirmiş ama biz onun gibi olamayız galiba. O da başka bir ruh ikliminin insanı.)

2. Dolmakalem umut verir.


Dolmakalem yazının 6 bin yıllık tarihinde kalemin geldiği zirve noktasıdır. Üstelik geliştirilmeye devam edilmekte, yeni patentler alınmaktadır. Dijital çağın umutsuzluğuna karşı 

3. Dolmakalem hüzünlendirir.

Hayat mutluluk getirmez pek. Arada sırada güzel bir şey olur. Neden dünyayı zehir eder insanlık anlamak mümkün değil. Daha önce de yazdım bunca kötülüğün, karanlığın, yozlaştırılmış fikirlerin, zorbalığın, maddi değerlerin hüküm sürdüğü, manevi değerlerin sömürüldüğü ve aşağılandığı bir dünyada, her şeye rağmen insan olmak, çantamızda, cebimizde, okuduğumuz kitabın kenarında güzel bir dolmakalemin olması hüzün verici değil midir?

4. Dolmakalem dengeyi sağlar.

Çok dengesiz bir hayat sürüyoruz. Arada sırada bunaldığımız zaman yaslanacak bir dayanak noktasına ihtiyacımız var. Nefes almamız gerekiyor, yaşamaya devam etmemiz gerekiyor. Dolmakalem, tıpkı bizi başka dünyalara götüren resimler, müzikler ve kitaplar gibi bir nirengi noktasıdır.

5. Dolmakalem kendimizi daha iyi ifade etmemiz için teşvik eder.


Her insanın yazı tarzı farklı. Dolayısıyla ihtiyaç duyduğumuz kalem de farklıdır. Her şeyi olduğu gibi kabul edenler dolmakalemden bir şey anlamayabilir. Oysa eğer meraklıysak, elimizin ve zihnimizin uzantısı olabilecek o güzel kalemi aramak güzel bir yolculuktur. "Ne istiyorum?" sorusuna bir cevap aramak, kendimizi tanımakla bir yere varmak mümkündür.

6. Dolmakalem yaralarımızı iyileştirir.


7. Dolmakalem gizli güzellikleri görmemizi sağlar.

8. Dolmakalem ile yazı yazmak hafızayı güçlendirir, öğrenmeyi kolaylaştırır.

9. Dolmakalem kendimizi tanımamızı sağlar.

10. Dolmakalem diplomasi yeteneğimizi artırır.

Dolmakalem kültürü devlet gibidir. Kimisi Ortadoğu'da bir krallık, kimi Avrupa'nın bir kıyısında prenslik, kimisi de (kâğıt, mürekkep) komşularımızın çoğu gibi dertlidir. Kendi başına olsa bir sorun yoktur da, yazı yazmak için zincirin bütün halkalarını sağlamlaştırmak gerektiğini düşündürür. İşlerin yolunda gitmesi için kâğıda dikkat etmek, mürekkebin iyisini seçmek, kalemin ucunun iyi olmasını sağlamamız gerekiyor. Biz de bir diplomat gibi uluslararası ilişkileri anlamak zorundayız. 

11. Dolmakalem odaklanmamızı sağlar.

Günlük hayatımızda o kadar çok uyarıcı var ki kendimizi bir keşmekeşin içinde kaybedebiliyoruz. Özellikle internet aklımızı başımızdan alan bir dünya, 

sosyal medya hesaplarımızda takip ettiğimiz insanların çoğu sürekli olarak mutsuzluklarını, eleştirilerini ve bilimum rahatsızlıklarını bize yansıtıyorlar. Güzel şeyler yazan pek az insan var, onlara da gündem müsaade etmiyor. Oya dijital hayatımızı geçici olarak bir kenara bırakabilirsek daha mutlu olabiliriz. Oturup düşüncelerimizi bir kâğıda yazabiliriz, sadece beyaz bir sayfaya odaklanabiliriz. Cep telefonumuzu kapatıp, defterimizi açarsak bize otomobil çarpması düşük bir olasılıktır.

12. Dolmakalem meraklı olmamıza neden olur.

13. Dolmakalem sanata ilgi duymamızı sağlar.

Mürekkepbalığı ve başka dergiler için dolmakalem koleksiyoncularıyla röportajlar yaptım. Evlerine, ofislerine konuk olduğum bu insanların ortak özelliği duvarlarda ressamların, hattatların eserlerinin olmasıydı. Bir kısmı fotoğrafa ve heykele de ilgi duyuyordu. Hepsinin de sanatla dolu bir hayatları vardı. Müzik zevkleri gelişmişti. 

14. Dolmakalem estetik değerlerimizi geliştirir.

15. Dolmakalem kâğıda hürmet etmemizi sağlar.

16. Dolmakalem mürekkebin başka bir dünya olduğunu öğretir.

17. Dolmakalem zayıf yönlerimizi gösterir, hayata dayanma gücümüzü çoğaltır. 

18. Dolmakalem olaylara daha geniş bir açıdan bakmamızı sağlar, ufkumuzu en az iki katına çıkarır.

Mesela milattan 4 bin yıl önce yazı bulunduğuna ve tarihin başlangıcı olduğuna göre biz şimdi 6017 yılındayız. 

19. Dolmakalem eşyanın tabiatına saygımızı çoğaltır.

20. Dolmakalem gelip geçici hevesli değil, tutkulu olmamız gerektiğini duyurur.

21. Dolmakalem kaliteli nesnelere dikkati artırır.

Ucuz plastik gövdeli kalemlerden, reçine gövdeli, altın uçlu kalemlere uzanan çeşitliliğin içinde kaliteli olanın daha uzun ömürlü olduğunu öğreniriz.

22. Dolmakalem iyiyi kötüden ayırt etmemize neden olur.

İnsanın eline mürekkep bulaşması eşyanın iyi kötü yönleri üzerine düşünmenizi sağlar. Kalemin ucu kâğıdı yırtıyor, istediğimiz gibi yazmıyorsa neden böyle oluyor diye düşünürüz. Tıpkı hayatımızdaki pek çok şey gibi, mikro ölçekte aynı sorunlarla boğuşuyoruz.

23. Dolmakalem bizi özgürleştirir.


Scrikss 419

24. Dolmakalem bizi daha kültürlü biri yapar.

Çünkü her dolmakalemin bir öyküsü ve bir felsefesi vardır. Kâğıda dökülen her harfin bir tarihi vardır. 

25. Dolmakalem parmaklarımızı nasır tutmaktan kurtarır.

İyi dolmakalemin en güzel özelliği belki de budur. Kâğıdın üzerine basınç uygulamaya, kazarak yazı yazmaya gerek yoktur. Sadece dokunmak yeterli olur.

26. Dolmakalem sakinleştirir.

27. Dolmakalem pratik düşünmeyi sağlar.

28. Dolmakalem biriktirmenin iyi ve kötü yönlerini görmemizi sağlar.

29. Dolmakalem güzel sevgi (bibliyofil/kitap sever) ile hastalıklı sevgi (bibliyoman/kitap hastası) arasındaki farkı öğretir.

Dolmakalem her alanda olduğu gibi bir konunun saf meraklısı ile salt biriktirmekle meşgul olanları gösterir. Kalem biriktirmekten yazı yazmaya vakit bulamayanlar da var, onlar bibliyomanlar gibidir, sahip oldukları güzelliklerin farkında değillerdir çünkü sadece sahip olma kısmıyla ilgilenirler. Onlardan olmayalım.

30. Dolmakalem bilimsel düşünceye eğilimi artırır, mümkün olduğu kadar dogmatik, kerameti kendinden menkul düşüncelerden uzaklaştırır.


31. Dolmakalem zanaatkârlara saygı duymamızı sağlar.

32. Dolmakalem dijital verilerin uçucu, analog verilerin kalıcı olduğunu öğretir.

33. Dolmakalem ahengin, uyumun, müziğin ve ritmin hayatın içindeki önemini anlatır.

34. Dolmakalem güzellikleri çoğaltmayı önerir.

Sheaffer NoNonsense

35. Dolmakalem doğu ve batı düşünce sistemlerinin günlük hayata etkilerini anlamamızı sağlar.

36. Dolmakalem sanatın ana damarının şiir olduğunu duyurur.

37. Dolmakalem yalnızlığın güzellikleri olduğunu öğretir.

38. Dolmakalem kavgadan, şiddetten uzaklaştırır, yazının iyileştirici gücünün simgesidir.

39. Dolmakalem ne kadar az şey bildiğimizi gösterir.

40. Dolmakalem dünyadaki her şeyin bir parçası olduğumuzu anlatır. 

Ek:

41. Dolmakalem birleştirir. (Naile U.)

"En güzel yönü de karşınıza güzel insanlar çıkartması, bu güzel insanlar sayesinde insan hem kendini, hem de etrafını daha güzel tanıma olanağı buluyor, ufku genişliyor. Yalnız olmadığını anlıyor." (Yerinde Çizer)

42. Dolmakalem yavaşlatır.

"Dolmakalem yavaşlatır! Biliyorsunuz, çağımız hız çağı olarak adlandırılıyor. Hemen herkes her şeyin hızlı olmasını istiyor. Herkesin çok ama çok acelesi var. Oysa yavaşlamak iyidir. Hayatı sindire sindire yaşamak aslında çok şey katar insana... Dolmakalemle yazarken yavaşlarım. Boş sayfaya sözcükleri birbiri ardına sıralarken, kimi zaman durur kalemime bakarım, onu gözlerimle okşarım. O an yazacağım sözcüğün tüm ağırlığını ya da hafifliğini kalbimde hissederim. Dolmakalem, aceleyi sevmez." (Meltem Ruscuklu)

05 Aralık 2012

Zarfa değil mazrufa bakanların kalemi



Geçenlerde yukarıda fotoğrafı görülen bir zamanların (1960'lı, 1970'li yılların) öğrenci işi bir 'Pelikan 120' buldum. Bu nedenle olsa gerek yeniden Pelikan hakkında düşünmeye başladım.

Pelikan, üst, orta sınıf veya öğrenci kalemi demeksizin standart bir kalite tutturmuştur her zaman. 'Standart kalite' tabiri kimilerince 'asgari yeterlilik' olarak algılanıyor, ama Pelikan söz konusu olduğunda öyle değildir. Pelikan'ın standart kalitesi 'birinci sınıf' anlamına gelir. Bu nedenle Pelikan'ın en ucuz, en dandik dolmakaleminde bile yazım rahatlığını garanti eden şahane bir uç ve damak sistemi bulunmaktadır.

Pelikan posteri, Herbert Leupin (1952)

Peki ama dolmakalemle ilk defa tanışan meraklı genç nesiller ile Pelikan arasındaki mesafe neden büyük? Teknik anlamda her zaman kazanan Pelikan'ın belki de kaybettiği tek yer tasarım.

Pelikan, şirket politikası olarak 1950'lerin tasarım kurgularının çevresinde dönüp duran ve kırılması güç bir yapıya sahiptir. Pelikan, mühendislerini tasarımcılarını kendi içinde yetiştirip, dış dünyaya yüz vermeyen inatçı ve çok gururlu bir şirket. Son yıllarda yaptıkları yenilikler (dolmakalem dünyasında zaman çok ağır işler, son yıllar deyince 1984 sonrasını anlatmak istiyorum) Japon ustalarıyla işbirliği içinde olmaları, "Bu kalemleri Pelikan mı yapmış?" dedirtecek yeni koleksiyonlar üretmeleri bile durumu çok değiştirmedi. Gençlere yönelik her Pelikan girişimi (Pelikano serisi, Level 65 - ki Level 65'lerde Pelikan logosu bile yoktur, o denli minimalisttir) ne yazık ki son derece başarılı teknik altyapısına (dolum sistemi benzersizdir) ve uç kalitesine rağmen yaygınlık kazanamadı, üretimden kaldırıldı.

Swatch saatleri ile aynı yıllarda ortaya çıkan (1980'ler) ve kalem dünyasında devrimci tavrıyla dikkat çeken, şeker renkleriyle, keskin ve yuvarlak hatların birlikteliğiyle ünlü Lamy Safari modeli büyük bir hayran kitlesi kazanmış durumda. Rengarenk Lamy Safari'ler, aksayan teknik mimarisine rağmen (problemli uçlar, tıkanan damaklar) giderek sayısı artan (fanatizme varacak ölçüde) tutkunlarının olması belki de Pelikan'ı keşfedecek nesillerin önünü kesti.

Pelikan, en iyi olduğu konuda, yani geleneksel klasik dolmakalem üretiminde daima üst sınıfta olacak. Bu noktada şirket olarak gurur duyacakları haklı bir ünleri var. Değişim ve tasarım konusunda ise durumu çok karışık.

Ama çağdaş tasarım konusunda  Pelikan'ı eleştirmek onu sevmeye hiç engel değildir.

Pelikan zarfa değil mazrufa, görünene değil, görünmeyene bakanların, merak etmeyi bırakmayanların kalemidir.


Okumalık: Why Pelikan? (Mark Van Blargan)