24 Aralık 2012

Virginia Woolf'un El Yazısı




http://www.smith.edu/libraries/libs/rarebook/exhibitions/images/penandpress/large/13c_woolf_to_walpole.jpg
Virginia Woolf. Letter to Hugh Walpole, 3 March 1932
Virginia Woolf'un el yazısına hayranım.

Bu mektuptaki 'March' ile '1932'nin kaynaşmasına takıldım ve uzun uzun baktım.


Ayrıca harflerin her an uçacakmış gibi dalgalanması da bence olağanüstü.

Bir de, söylemeden edemeyeceğim: İmza dediğin böyle olur. 

(Yaptıkları saçma sapan karalamaya 'imza' diyenler de utansın. İmza kişinin kimliğidir ve karalama yerine ad soyad yazılmasıyla imza oluşur. Mustafa Kemal Atatürk'ün imzaları mükemmel örneklerdir. Karalama tipi şeyler ise ancak paraf olabilir, imza değil. Paraf da kısa imzadır, "gördüm, içeriğini anladım, onayladım" anlamına gelir ve bazen kişinin isminin ilk harflerinden oluşur veya farklı ama tutarlı bir işaretle yapılır.) 

Not: Bu arada psikiyatr Peter Dally'nin yazdığı biyografiye göre (Virginia Woolf: The Marriage of Heaven and Hell) yazarın kendini öldürmesine yol açan zihinsel dengesizlik, ailesinde dört kuşak rastlanan kalıtımsal bir rahatsızlık imiş.

(Yazıyı okumakta zorlananlar için geliyor: 


“Dear Hugh, 
      Here is the Waves, lacking, I am sorry to say, among other things, a fly leaf. But you won’t mind that, I know, since you have put up with many worse deficiencies on the part of your friend 
Virginia Woolf.”)


Kaynak: http://www.smith.edu/libraries/libs/rarebook/exhibitions/penandpress/case13c.htm

05 Aralık 2012

Zarfa değil mazrufa bakanların kalemi



Geçenlerde yukarıda fotoğrafı görülen bir zamanların (1960'lı, 1970'li yılların) öğrenci işi bir 'Pelikan 120' buldum. Bu nedenle olsa gerek yeniden Pelikan hakkında düşünmeye başladım.

Pelikan, üst, orta sınıf veya öğrenci kalemi demeksizin standart bir kalite tutturmuştur her zaman. 'Standart kalite' tabiri kimilerince 'asgari yeterlilik' olarak algılanıyor, ama Pelikan söz konusu olduğunda öyle değildir. Pelikan'ın standart kalitesi 'birinci sınıf' anlamına gelir. Bu nedenle Pelikan'ın en ucuz, en dandik dolmakaleminde bile yazım rahatlığını garanti eden şahane bir uç ve damak sistemi bulunmaktadır.

Pelikan posteri, Herbert Leupin (1952)

Peki ama dolmakalemle ilk defa tanışan meraklı genç nesiller ile Pelikan arasındaki mesafe neden büyük? Teknik anlamda her zaman kazanan Pelikan'ın belki de kaybettiği tek yer tasarım.

Pelikan, şirket politikası olarak 1950'lerin tasarım kurgularının çevresinde dönüp duran ve kırılması güç bir yapıya sahiptir. Pelikan, mühendislerini tasarımcılarını kendi içinde yetiştirip, dış dünyaya yüz vermeyen inatçı ve çok gururlu bir şirket. Son yıllarda yaptıkları yenilikler (dolmakalem dünyasında zaman çok ağır işler, son yıllar deyince 1984 sonrasını anlatmak istiyorum) Japon ustalarıyla işbirliği içinde olmaları, "Bu kalemleri Pelikan mı yapmış?" dedirtecek yeni koleksiyonlar üretmeleri bile durumu çok değiştirmedi. Gençlere yönelik her Pelikan girişimi (Pelikano serisi, Level 65 - ki Level 65'lerde Pelikan logosu bile yoktur, o denli minimalisttir) ne yazık ki son derece başarılı teknik altyapısına (dolum sistemi benzersizdir) ve uç kalitesine rağmen yaygınlık kazanamadı, üretimden kaldırıldı.

Swatch saatleri ile aynı yıllarda ortaya çıkan (1980'ler) ve kalem dünyasında devrimci tavrıyla dikkat çeken, şeker renkleriyle, keskin ve yuvarlak hatların birlikteliğiyle ünlü Lamy Safari modeli büyük bir hayran kitlesi kazanmış durumda. Rengarenk Lamy Safari'ler, aksayan teknik mimarisine rağmen (problemli uçlar, tıkanan damaklar) giderek sayısı artan (fanatizme varacak ölçüde) tutkunlarının olması belki de Pelikan'ı keşfedecek nesillerin önünü kesti.

Pelikan, en iyi olduğu konuda, yani geleneksel klasik dolmakalem üretiminde daima üst sınıfta olacak. Bu noktada şirket olarak gurur duyacakları haklı bir ünleri var. Değişim ve tasarım konusunda ise durumu çok karışık.

Ama çağdaş tasarım konusunda  Pelikan'ı eleştirmek onu sevmeye hiç engel değildir.

Pelikan zarfa değil mazrufa, görünene değil, görünmeyene bakanların, merak etmeyi bırakmayanların kalemidir.


Okumalık: Why Pelikan? (Mark Van Blargan)

03 Aralık 2012

Dolmakalem tasarımcısı ve Omas 1453

Hani şu binlerce liraya satılan, sınırlı üretim üst düzey dolmakalemlerin tasarımcısı kimdir diye çok merak ederdim. Yaklaşık bir yıl önce (2011'in Mayıs ayı galiba) işte o kadar çok merak ettiğim tasarımcılardan biri ülkemize geldi. O zaman yazmak için bir kenara notlar almıştım. Kısmet bugüne imiş. Yıllanmış bir yazı okuyacaksınız. :)

Üst düzey dolmakalem dendiğinde, şöyle bir durup düşünüyorum. Bu dolmakalemlerin sadece iyi olmaları, üst düzey bir yazım kalitesine sahip olmaları gerekmiyor, çok daha iyi olmaları, az sayıda olmaları, yani koleksiyonluk değerde bir ürün olmaları gerekiyor. Elbette bir de üzerinde uzun uzadıya konuşulacak bir öyküsü olmalı.  


Üst düzey dolmakalemler için, "üst düzey yazım kalitesi" dedim, ancak bu kalemleri koleksiyonuna katanların amaçlarından birincisinin yazı yazmak olmadığı bir hakikat. 

Flaminia Angelone

Dolmakalem tasarımcısı denince, benim aklımda, tarihe, dünya kültürüne, mimariye, resim ve heykel sanatına meraklı, yaşlıca, güngörmüş, yakın gözlüğü kullanan ağır abiler veya beyaz saçlı ablalar figürü vardı. Bu nedenle sınırlı sayıda üretilen ve geçen sene ülkemizde satışa sunulan Omas 1453 kalemlerinin tasarımcısı ülkemize gelince çok şaşırmıştım. Tasarımcının adı, Flaminia Angelone idi ve hiç de hayal ettiğim gibi biri değildi. (Demek ki, akıl ve tasarım ruhu, yaşta değil baştaymış.)


Biraz da kalemden söz edelim: “1453, İstanbul’un Fethi” serisi Türkiye'den Arte Gioia ile saygın İtalyan kalem üreticisi OMAS’ın ortak projesiymiş. Bence İtalyanlara bırakılsaydı böyle bir isim vermezlerdi. Çünkü uzun yıllardır kullanılıyor fakat "İstanbul'un fethi" yanlış bir tanım. (Belki bu yüzden her sene 29 Mayıs'ta -takvim hatası, 7 haziran olmalı aslında, neyse- Topkapı semtinde garip kutlamalar yapılıyor. Bu biraz da şehrin halen ve inatla fethedilemediğini gösteriyor olabilir! Osmanlılar böyle kutlamalar yapmazken...) 

Fethedilen veya düşen şehre gelirsek, onun adı Konstantinapolis'ti. Bizans, o tarihte harita üzerinde bir 'imparatorluk'tu, ama neticede bir şehir devletine dönüşmüş olsa da, 1000 küsur yıllık, görkemli bir uygarlığın son yuvasıydı. Batılılar "Konstantinapolis'in düşüşü" diyorlar bu yüzden. 


Aslında, doğru olan ifade bizim "Konstantiniyye'nin Fethi" dememizdir. FountainPenNetwork üzerinde konuyla ilgili bir tartışma da mevcut, elbette batılılar bu tarihi olaya kendi gözlükleriyle bakıyorlar. (Zaten kim kendi tarihine nesnel bir gözle bakabiliyor ki?)

OMAS’ın ürettiği '1453, İstanbul’un Fethi' kalem serisinin çıkış noktası, fetih sırasında özel olarak döktürülen Osmanlı topları olmuş. Kalemin gövdesinde İstanbul'u ve Fatih Sultan Mehmed’i temsilen iki kabartma madalyon mevcut. (Bu kabartmalarla yazı yazmak pek müşkül olacaktır.) Kapağın tepesine Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası kazınmış (bence bu kalemlerin en güzel yanı işte bu). Altın uca ise, Ayasofya’nın muazzam kubbesini temsil eden bir figür işlenmiş.


Sınırlı üretim üst düzey dolmakalemlerin hepsinin ortak özellikleri var. Bunlardan biri ithaf edildikleri olay ve kişi ile ilgili sembolik miktarlarda üretilmeleri. Omas bu kural uyarınca, 3 ayrı koleksiyon hazırlamış. 1453 adet kalemin bulunduğu ilk koleksiyon gümüş üzerine altın yaldız kaplama, kapaklar siyah mine bezeli üretilmiş. 1000 adet pistonlu dolmakalem olarak (2.700 Euro); 453 adedi ise tükenmezkalem olarak tasarlanmış (2.500 Euro). olarak fiyatlandırılmış. İkinci koleksiyonda 29 adet, pembe altından ve gövdeleri siyah mine bezeli kalem var. Bunlardan 20 tanesi pistonlu dolmakalem (19.000 Euro), 9 tükenmez kalem ise (18.000 Euro). 

Beyaz altın ve pırlantayla tasarlanan üçüncü ve en üst koleksiyonda sadece 5 adet pistonlu dolmakalem var. Gövdesi kızıl mineli olan “1453, İstanbul’un Fethi” serisinin bu yükte hafif pahada ağır dolmakalemlerin beherinin fiyatı ise 26.000 Euro.

Kutuların kapağındaki kalyon resmi çok güzelmiş.
Fiyat kısmını bilhassa yazdım ki, neden bu tarz kalemlere mürekkep bulaşmadığı, neden kasada saklandığı anlaşılsın. :)

Sınırlı üretim dolmakalemler bir iftihar vesilesi olabiliyor, fakat yazı yazmayınca bir heykelden farkı yok diyerek perdeyi kapatıyorum.

01 Aralık 2012

Akla kara arasında



Güzel yazı yazan, el yazısı güzel olan insanlara hayranım.  

Ama ben hiç güzel yazmak istemedim.

Haftada bir, dolmakalemi, yazıyı, mürekkebi seven dostlarla bir pastanede buluşuyoruz. Güzel yazmaya özenen arkadaşlarıma sevgiyle bakıyorum. İçimde arada sırada "keşke ben de böyle yazabilsem" duygusu kabarıyor. Ama aslında, kendimi kandırıyorum sadece. Ben hiç güzel yazmak istemedim. 

Bir arkadaşım, geçen gün el yazımı beğendiğini söyleyince çok şaşırdım. Acaba farkında olmadan yazı yazmada ustalaşmış mıydım? Telaşla defterlerime baktım. İçimi kemiren sorunun yanıtını, aynada kendime bakar gibi gördüm: Bir sorun yoktu. Ustalık yoktu. İyi yazamıyordum. Anladım ki, bu fikir, arkadaşımın güzelliğinden ileri geliyordu sadece. Rahat bir nefes aldım.

Güzel yazmaktan hoşlanmıyorum. Hep aynı boyutlarda yazı yazmak bana göre değil. Aynı ritmi tutturmak hele, hiç içime sinmez. Peki ya her defasında aynı harfleri yazmak? Kalsın, istemem. 'Beceriksizliğimden değil' demek isterdim, fakat elbette becerikli değilim, başka nedenleri var.

Ben harflerin farklı hallerini seviyorum. Bin türlü 'a' yazabilirim, bin türlü 'b' yazmak isterim. Harfleri sıkıntı verici kalıpların dışında, bazen eğri, bazen yamuk yazmayı severim, bu özgürlüktür benim için. Bu yüzden her zaman aynı şekilde yazmak bana göre değil. Ne yapayım, canım sıkılıyor, aynı hali görmek içimi daraltıyor. Yazı da, mürekkep gibi akmalıdır. Harflerimiz asker değil. Yazı sivil olmalı, gönlünce akmalıdır. Zaten emir-komuta zincirine uymaz harfler, çıplaktır, utanması da yoktur. 

Yazı yazmayı seviyorum. Daha çok çizgisiz, ak kağıtlara yazmayı seviyorum. Mürekkebin kağıdın üzerine dökülmesinden acayip bir şekilde hoşlanıyorum. Mürekkebin kağıdı öperek dağılmasını seviyorum. Dolmakalemin içindeki fikir yumaklarını çözmekten hoşlanıyorum. Aklımda gezinen kimi boş, kimi saçma düşüncelerin ve boş hayallerin kağıdın yüzeyinde belirmesini seviyorum.  

Yazı yazmanın kendisi güzel, yazının güzel olması gerekmiyor.   

Lakin, güzel yazan, el yazısına özenen insanlara hayranlığım devam ediyor, orası ayrı.

20 Kasım 2012

Dolmakalemin bilinmeyen özellikleri


Geçenlerde twitter'da şöyle bir cümle gördüm: "Bu çağda dolmakalem kullananlar var, utanmasalar tüylü kalemle yazacaklar!"


Henri Michaux by Brassaï

Aynı zihniyet bu çağda 'mekanik saat' kullananlara da tuhaf gözle bakıyor. Yarın gazete okuyanlar da tuhaf karşılanacak. Ya kitap okuyanlar? Onlar hepten meczup olacak elbette!

Dolmakalem, ona uzaktan bakanların düşündüklerinin aksine çağdışı bir ürün değildir. 1884'ten beri teknik ve sanatsal yönden geliştirilmekte olan bir yazım aracıdır. 'Bu tuhaf çağda' dolmakalemler için patentler alınmakta, yenilikler yapılmaya devam edilmektedir. Mükemmel dolmakalem henüz icat edilmedi. Gelelim dolmakalemin bilinmeyen özelliklerine:


1. GÜZELDİR


Tasarım açısından göz şenliği yaşatan, ruhumuzu güzelliğiyle besleyen dolmakalemler var. Bu tür dolmakalemlerle yazmanın, bir heykeli, bir sanat yapıtını seyretmesi bile zevkliyken, onunla birlikte yazı yazmanın, kağıda mürekkep düşürmenin bambaşka bir zevki vardır. Tarifi bile güç bir haldir. Yere düşen birisine uzattığınız elin sıkıca tutulması gibidir.


2. DÜŞÜNCELİDİR

Dolmakalem insanın gerekirse kendisiyle hesaplaşmasını öneren ilginç bir yazım gerecidir. Kağıda mürekkep dökülmeye başlar başlamaz türlü türlü düşünceler aklınızda sıraya girer, seçin beğenin, yazın. Bunca hızlı dünyada, düşünmeden yapılan işlerin kalitesiz ve anlamsız oluşuna bir isyandır dolmakalem. Hız yerine yavaşlığın, düşüncesizlik yerine fikrin, uçucu eserler yerine kalıcı olanın yanındadır dolmakalem. Soğuk ve mesafeli, huysuz ve nobran insanlığa bir çağrıdır.



3. SEVGİLİDİR

Dolmakalem aklımızın, kalbimizin kapısıdır, mürekkep bir merdiven, kağıt bir zemindir. Kağıda sürüklenen bizim düşüncelerimiz, kalbimizin sesidir. Yazdığımız bize özgü bir şekillere sahip, bize ait kusurlarıyla birlikte bir bütündür. Öfkeyle yazılmaz, özlemle yazılır, sevgiyle yazılır.




4. HÜZÜNLÜDÜR

Dolmakalem bizim bir elimizde tuhaf bir bağlılıkla durur. Hiçbir nesne dolmakalem kadar bizi doğrudan anlatamaz. Acılarımızı, kırgınlıklarımızı onunla yazarız.  Yazılan, acı yüklü kelimeleri kimse istemez, dolmakalemin derviş ruhu boyun eğer belki, fakat istemez, isteyemez, yapısına aykırıdır: Dolmakalem doğrudur, eğrilmez, hüznü bundan gelir. Dünya yüzünde görmediği, sonuçlarını anlamadığı yazı yoktur.


Scrikss Heritage, 50. yıl

5. BENZERSİZDİR

Dolmakalemin ucu yazım tarzımıza göre zamanla aşınır, o artık bizim dolmakalemimizdir, bize eğilmiştir. Yazı sahibini andırır. Nihayetinde el yazımız da, dolmakalemden güç alarak diğer insanların yazısına benzemez, onlardan ayrılır. Dolmakalem sayesinde çok rahat, çok akıcı yazarız: Harflerin arasında bıraktığımız mesafe, yazma hızımız, kağıda uyguladığımız basınç, oranlar ve daha pek çok özellik yazımızın bize ait, bize özgü, bizi anlatan bir hale bürünmesinin nedenleridir.


6. HOŞGÖRÜLÜDÜR


Dolmakalem giydiğiniz giysilere bakmaz, cildinizin rengine aldırmaz, cinsiyetinizi ise hiç umursamaz. Eşitlikten, kardeşlikten yanadır. En ucuz ve en pahalı dolmakalemlerin tek derdi vardır, yazmak. Yazmak, kibirden uzak yazılar yazmaktan yanadır dolmakalem. Sen, ben diye ayırmaz, şucu, bucu diye bölmez, 'biz diyelim, biz olalım' der. Herkes kardeşidir dolmakalemin, elini tutsun yeter.


Gerekli bağlantı mürekkeptir, kağıt olmasa da olur. Elimize de yazabiliriz! Dolmakalem insana sarılan nadir nesnelerden biridir. Aldatmaz, küçümsemez, büyüklenmez. Sen ne şekilde varsan, o da bir şekilde vardır, sen yoksan, artık o başka bir dolmakalemdir.


7. EMEKÇİDİR


Dolmakalem kaliteli yaşamayı öğütler, büyük mutluluklar yerine küçük güzelliklerden haz almayı öğretir. Zorlukların üstesinden gelmeyi sever. Kendini bilmeyi, hazıra konmaktan uzak durmayı savunur. Hep daha iyi şartlarda yaşamayı önerir, bunun için çalışmayı öğütler dolmakalem. (Bir tane dolmakalem alan insanın, o noktada kalmayıp, merakla daha iyisini, çok daha iyisini, kendine en uygun olanı almak istemesi, araştırma yapması, en azından arzulaması bundandır.)


8. HAYAT DOLUDUR


Hayattan yanadır dolmakalem, ölümden uzak durmak ister.


Zaten bu yüzden kırmazlar mı onu?



Dirty Lamy

9. TERBİYELİDİR

Dolmakalem hak gözetir, haksızlığa gelemez. Aşırılıklara tahammül etmez. Haddini bilen insanın kalemidir dolmakalem. Saygıda kusur etmez, edepten, mütevazılıktan yanadır. Kendine bakar, kim olduğunu bilir, büyüklük taslamaz. Böbürlenmez, küçük dağları ben yarattım demez.


yellow loves green

10. MERAKLIDIR


Dolmakalem sahipleri tarihe meraklıdır, ayrıntılara düşkündür, sosyal bilimlere, geometriye, fotoğrafçılığa ilgi duyar. Kadim sanatları çok sever, heykel ve resim ruhunu zenginleştirir. Antropoloji ve arkeoloji bilimleriyle ilgilidir. İnsanın tabiatını da merak eder, bu yüzden edebiyat tutkunudur. Şiire, romana, öyküye bakışı, bir hastanın ilacına bakışı gibidir.


Yazma aşkı ve Lamy üzerine

Not: Yukarıda dolmakalem yazan yere, rapido, kurşunkalem filan yazılabilir. Önemli olan dolmakalem değil yazmaktır, düşünmektir. Sevdiğine değer vermektir.

24 Ekim 2012

Küçük bir kız, mürekkep lekesi, dolmakalem, Pakistan


Tarih 9 Ekim 2012. Pakistan'da bir okul servisi maskeli ve silahlı teröristler tarafından durduruldu. Araca giren Taliban mensubu bir terörist "Hanginiz Malala?" diye bağırdı. Çocuklar korkudan seslerini çıkaramadı. Aynı terörist "Söylemezseniz hepinizi vururum. O Allah'a karşı geldi. Cezalandırılmalı" dedikten sonra yanıbaşında duran Malala Yusufzay'ı tanıdı ve başına doğru iki el ateş etti

Saldırının ardından açıklama yapan Taliban sözcüsü ise şöyle bir açıklama yaptı: "Şeriat çocuk bile olsa İslam'a karşı propaganda yapıyorsa öldürülebilir" diyor.

Pakistan’da Taliban’ın güçlü olduğu Svat Vadisi’nde yaşayan 1997 doğumlu Malala Yusufzay, üç yıldır bölgedeki kızların okula gidebilmesi için mücadele ediyordu. Yabancı bir gazetecinin "Daha siyasi hakların bile yok" demesi üzerine: “Evet ama benim sokağa çıkma hakkım var. Okula gitme hakkım var. Şarkı söyleme hakkım var. Eğitim hakkım var. Arkadaşlarımla gezme hakkım var” demişti.




Kalemden uzaklaşan, merhametten uzaklaşır. 

Yukarıdaki fotoğrafta, Malala Yusufzay'ın elindeki mürekkep lekelerini, fotoğraf çekilirken dolmakalemi ters tutuşunu görünce ağlamadan edemedim.

Taliban'ın açıklaması yalan dolan, kuru gürültü. 

Malala Yusufzay, mürekkep lekeli elleriyle, en doğal insanlık haklarını istediği için vuruldu. 

Malala Yusufzay, bu mürekkepten ibaret güzel çocuk cehalete karşı çıktığı için, öğrenmeyi, düşünmeyi savunduğu için vuruldu.

Malala Yusufzay gibi, elleri gibi mürekkep lekeli güzel çocuklar çoğalacak. 


Kötüler asla kazanamayacak.

20 Ekim 2012

Ağır nesne



"Ne ağır bir nesnedir şu dolmakalem." 

Emile Zola (1840-1902)

Nasıl Yazılır? "Dolma kalem" mi "dolmakalem" mi?*


Güzel Türkçemiz, maalesef aradan yıllar geçse de üzerinde fikir birliği sağlanamamış kurallar ve kelimelerle dolu. Bu durumun ilk ve büyük sorumlusu, kurulduğu günden bu yana ortak bir Türkçe yapısı oluşturamayan Türk Dil Kurumu'dur.

Türk Dil Kurumu yıllar içinde bizzat kendisinin öncülük ettiği geçmişteki kuralları ve dilbilgisinin temel yapısını radikal bir şekilde değiştirerek kafa karışıklığına neden oluyor. Artık hep şüphe içindeyiz, eskiden böyle yazılıyordu acaba şimdi nasıl yazılıyor diyerek farklı yazım kılavuzları arasında meşrebimize göre karar vermeye çalışıyoruz. Ama ortada büyük bir dağınıklık var, bunu bir şekilde düzeltmeli ve ortak bir yazım tarzını benimsemeliyiz.

Karşımıza her yerde çıkan ve bazen ayrı bazen bitişik yazılan "kurşun kalem - kurşunkalem / dolma kalem - dolmakalem" sözcükleri de yine benzeri anlamsız uygulamaların kurbanı olmuş kelimelerdir.

Peki bugün hangi yazımı tercih etmeliyiz? Yazık ki tdk.gov.tr beni ve Türkçe üzerine düşünen insanları ikna edemiyor.

Feyza Hepçilingirler ise bu karışıklık hakkında 21 Mart 2012'de yayımlanan Cumhuriyet Kitap'ta gayet güzel bir açıklama yapmış, okuyalım:


Scrikss 50. yıl dolmakalem, Ece ajandası


"kurşun kalem - kurşunkalem / dolma kalem - dolmakalem"

"Sözcükleri kısa ya da uzun olmalarına göre birleştirip ayırmayız. Bitişik ya da ayrı yazımı belirleyen ölçüt, sözcüklerin bileşik sözcük oluşturup oluşturmamasıdır. Bileşik sözcük oluşup oluşmadığını da iki basit soru sorarak anlayabiliriz:

1. Sözcükler tek başınayken taşıdıkları anlamdan uzaklaşmış mıdır?

2. Sözcükler bir araya geldiğinde tek kavramı mı karşılamaktadır?

Yukarıdaki sözcüklerin doğru yazımları şöyle olmalı:

kurşunkalem

dolmakalem

Nedenlerini de açıklamaya çalışayım: TDK'nin Yazım Kılavuzu 'kurşun kalem' diye verir; oysa 'kurşunkalem'de kurşun, 'dolmakalem'de dolma sözcükleri anlam kaymasına uğramış. Kurşunkalemde kurşun yok, dolmakalemde de dolma bulunmaz." 

Cumhuriyet Kitap, Türkçe Günlükleri, 21.03.2012 

* Yazının ilk başlığı "Kalemden kurşun, dolmadan mürekkep" idi.

Ek: 
Bileşik sözcükler tartışması

Aksoy başkanlığında hazırlanan Ana Yazım Kılavuzu ile TDK'nın İmla Kılavuzu'nun öne sürdüğü yazım kuralları arasındaki farklara ilişkin bir örnek olarak Ana Yazım Kılavuzu'ndan "bileşik sözcükler" bölümü örnek verilebilir. Bu bölümde kurul şu tartışmayı öne sürmüştür:
"-Bileşik sözcükler-

Bunlar, adından da anlaşılacağı üzere, bitişik yazılan birden çok sözcükten oluşur. Birbiriyle birleştirilemeyen sözcükler topluluğuna "bileşik sözcük" adı verilmemesi gerekir. Oysa yeni Dil Kurumu'nun İmla Kılavuzu, bitişik yazmadığı sözcükleri "bileşik" saymıştır. Örneğin ev ve yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır: Bakım evi, doğum evi, öğrenci yurdu...' sözleri arasında verdiği örnekleri ayrı yazmasına karşın "birleşik" saymıştır. Biraz aşağıda da birleştirmede yer alan her kelime, kendi eski anlamını saklamış olabilir. Bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır: Ses uyumu, yer çekimi... demiştir. Bu sözler içinde de kimi "birleşik" sözcüklerin ayrı yazılacağını ileri sürmüştür. (...) Burada bileşik sözcüklerin yazımı konusunda Dil Kurumu'nca çıkarılan İmla Kılavuzu'nun verdiği ölçüye katılamadığımızı bildirmek istiyoruz. Bu kılavuz, birleştirmede yer alan sözcüklerin, kendi anlamlarını korumakta ise ayrı yazılacaklarını söylüyor. Bunun kesin bir kural olamayacağını yine bu kılavuz, sözcükler dizelgesinde ortaya koymuştur. Örneğin bu dizelgede, "cumhurbaşkanı, imalathane, ilkbahar, kızılderili, yüzyıl" gibi gerçek anlamlarını korudukları halde ayrı yazılmayıp bitişik yazılmış birçok sözcük vardır. Öte yandan kendi anlamlarını korumadıkları için -İmla Kılavuzu'na göre- bitişik yazılmaları gereken birtakım sözcükler de ayrı yazılmıştır: Açık göz, ağır başlı, ayak yolu, Demir Kazık, göz dağı, tere yağı... gibi.(...)
 Görülüyor ki İmla Kılavuzu'nun, bileşik sözcükleri ayrı yazmak için koyduğu, "kendi anlamını koruma" kuralı, kendi uygulamalarına uymadığı gibi dil gerekçelerine de uymuyor."

16 Ekim 2012

Yakın mürekkebe övgü

Bugün, öğle üzeri kaç gündür heyecanla beklediğim kargomu almak için 8 kat aşağıya indim. Bir yandan da ya onca yoldan gelen mürekkepler döküldüyse diye korkuyorum her defasında.

Neyse ki korktuğum yine başıma gelmedi: Ali Bey'in özenle paketlediği kutu içindeki kutucuklar açılınca yeni mürekkeplerimle karşılaştım. Hepsi kullanıma hazır beni bekliyordu. 

Aniki mürekkep şişeleri

Her ay buna benzer bir sahneyi yeniden yaşıyorum. Bu durumdan da çok hoşnutum. Ali Necip İkizkaya'dan 'yerli mürekkep' alıyorum. Çünkü evinin mutfağında mürekkep üretmeyi seçen bir mühendisi, bir mürekkep sevdalısını desteklemenin sevincini yaşıyorum. Ali Bey'in bu alanda çok daha başarılı olup mutfaktan kurtulup bir atölyeye taşınmasını istiyorum.


UZAK MÜREKKEPLER

(Yazının bundan sonrasında Türkiye'de üretilmeyen mürekkkeplere 'uzak' diyeceğim.) Nice zamandır, kullandığım ve sevdiğim, görünürde bir sorun yaşamadığım 'uzak' mürekkeplerde yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu düşünüyordum. Ancak bu ‘yolunda gitmeyen’ şeyler tamamen bana bağlı olan şeyler. Örneğin Waterman şirketinin mürekkep uzmanıyla oturup, üretimleri hakkında konuşmak isterdim. Havana isimli harika mürekkeplerinin içeriğine biraz altın sarısı katabilmelerinin mümkün olup olmadığını sormak isterdim. Buna benzer kafamda dönüp duran soruları paylaşabilmek isterdim. 'Yazıver. seni tutan yok' diyeceksiniz. Haklısınız. Fakat benim fikirlerimi ciddiye alacaklarını hiç zannetmiyorum. 
 


Böyle söylüyordum ama 3-4 ay öncesina kadar hem Aniki hem de 'uzak mürekkep' alımını  sürdürüyordum. Bu isteğimin de haklı bir nedeni vardı: Mürekkep üreten kimi firmaların 10'larca yıllık, hatta kiminin yüzyılları deviren deneyimleri. İlk akla gelen üreticilerden biri olan J. Herbin şirketinin tarihi 1670 yılına kadar uzanıyor! Abur cubur yemeyi seven bir çocuk gibi yığınla mürekkep arasında istediğim renge ulaşmaya çalıştım.Ta ki Aniki Haiku ile karşılaşana dek.

Etiketi ben yapıştırdım.


YAKIN MÜREKKEP: ANİKİ HAİKU

Haiku, ağırlıklı olarak sonbaharın artık kaybolmaya yüz tutan yeşil tonlarında bir mürekkep. Yeşilin arkasında beliren puslu altın sarısının gün ışığında kendini gösterdiği cins bir mürekkep. Haiku hakkında (asıl adı Aki's Longing mürekkebin fakat bu isme bir türlü ısınamadım) uzun süre Ali Bey ile konuştum. İşte bu 'yakın' mürekkep sayesinde diğer Aniki mürekkeplere önyargılarımdan sıyrılarak bakmaya başladım.

Şunu farkettim ki, Ali Bey'in ürettiği mürekkepler daha önce denediğim kimi uzak mürekkeplere tonal olarak yakın olsa bile (İroshizuku, Noodlers, J. Herbin gibi) onlardan ayrılan bazı yönleri var:

Evvelâ, Aniki mürekkeplerin hem sakin hem de çok güçlü bir yapısı olduğunu düşünüyorum. 'Sakin' ile ne anlatmak istediğimi anlatayım:

Sakin mürekkep demek 'Bana bakın, işte buradayım!' diye bağırmayan, gürültü yapmayan mürekkep demek. Kağıda usulca geçen, arka taraftan kaçmak, görünmek istemeyen mürekkep bana göre bu sınıfa giriyor. Çünkü uçuk kaçık ve rüküş mürekkepleri sevmiyorum.

Diğer mürekkepleri şahsi olarak değerlendirirsem şunları söyleyebilirim: Iroshizuku sakin fakat zayıf ve kırılgan, Noodlers, Diamine, Parker, Montblanc gibi markalar ise güçlü ama sakin değil, kağıdı eziyorlar adeta. J. Herbin ve Caran d'Ache ise ne tam anlamıyla sakin ne de güçlü, değişken bir karaktere sahip. Waterman ve Rotring ise denediğim mürekkepler içinde en dürüst renklere sahip olanlardı (Waterman siyah hariç). 

Bütün bunlar, öznel fikirler olduğu için tartışılabilir, 'Öyle değil, haksızlık ediyorsun, yanlış düşünüyorsun' diyebilirsiniz. Neticede bunlar bilimsel gerçeklikler değil. Sadece benim  düşüncelerim bu doğrultuda.

Bunları bir yana bırakalım, aradığım şeyden söz edeyim, azamet, parıltı veya benzeri şeyler aramıyorum: Mürekkepteki şiiri arıyorum. Mürekkebin ruhunu görmek istiyorum. Aniki mürekkepleri bana göre hiç sırıtmayan gölgelerle yüklü, nazik ve ölçülü bir kıvamda kağıda aşk duyan renklerle dolu.

Biraz garip kaçabilir fakat söylemeden edemeyeceğim, Aniki mürekkeplerini Yahya Kemal Beyatlı'nın şiirlerine benzetiyorum: Yapay ışık altında durgun görünen Aniki mürekkebi, asıl rengini gün ışığında buluyor. Yahya Kemal'in şiirleri de göz gezdirildiğinde kağıt üzerinde plastik bir lezzet verir, ama şiirleri okumaya başlayınca başka bir şiir olduğunu görürsünüz.

Biraz karışık oldu ama derdimi bir nebze anlatabilmiş olduğumu düşünüyorum: Özetle, Aniki mürekkepleri mütevazı tavra sahip renkleriyle benim mürekkebe ilişkin isteklerimi karşılıyor. İyi mürekkebi uzaklarda aramıyorum, artık.

Aniki Haiku'nun çok sevdiğim rengi


12 Ekim 2012

Dün akşam



Dün akşam Sıraselviler'den Cihangir'e doğru yürüyordum. Alman Hastanesi'nin önünde yavaşlamak zorunda kaldım. Yanımda bir süredir benimle birlikte yürüyen biri vardı. O da yavaşlamak zorunda kalınca yan yana durduk, bekledik biraz. Bir araba içeriye girdi. Yol açıldı. Karşıya geçtik. Koştura koştura yürüyen insanların arasında sakin, yumuşak adımlarla yürüyordu. Galiba ilk dikkatimi çeken bu oldu.

Kaldırım bir noktada çok daralıyordu. Dolayısıyla ya o öne geçecekti ya ben. Bunları düşünürken, karşıdan gelen bir arkadaş grubu ile karşılaştık. Ben kenara çekilince biraz vakit kaybettim. Bu sırada o öne geçti. Ben de arkasından ilerledim. İki kişi daha geçince yanımdan, mesafe biraz daha açıldı. Onda beni ilgilendiren bir şey vardı. Ama ne olduğunu bulamıyordum. Mavi renkli çantasında sevdiğim türden kitaplar mı vardı acaba? Yoksa mekanik bir saat miydi kolundaki? Belki ondan geldiğini tahmin ettiğim acı bir kahve kokusuydu ortak zevkimiz. Bilemedim. Merak kemirip duruyordu.

Bir engel çıkmayınca, aramızdaki mesafe kısalmaya başladı. Fakat bilinmezlerle dolu yol arkadaşım, otoparka gelmeden durdu birden. Dışarıda sergilenen kitaplara bakmaya başladı. Sonra çantasının kenarından küçümen bir defter ve bir kurşunkalem çıkardı. Bir şeyler çiziyor muydu, yoksa yazıyor muydu farketmedim. Duramazdım, geçip gitmek zorundaydım. Buluşma vakti gelmişti. Biliyordum.

03 Ekim 2012

Bir basın bülteni hakkında

Aşağıda bana gelen bir basın bülteni var. Bülten imla hatalarıyla dolu ve bozuk bir Türkçe ile yazılmış. İbretlik  tekrarlarla dolu olsa da ne denmek istediği anlaşılıyor: Yarın Calligrane isimli bir lüks kalem mağazası açılacakmış. Bu bülten ile lüks kalemlerin (kalem deniyor ama çoğunluk dolmakalem, sonra tükenmez kalemler) ülkemizde ilgi gördüğünü öğreniyoruz. Ülkemizde daha kim bilir neler  olacak? Merakla bekleyelim.

İlgilenenler için ibretlik yazıyı aynen alıyorum.

İlk defa lüks dolmakalem gören sanatçılar :)
"BU MAĞAZADA "LÜKS KALEM" VAR !!! BU MAĞAZADA SANAT ,HİKAYE VAR !
BURASI KALEM KUYUMCUSU LÜKS KALEMLERİN MAĞAZASI AÇILIYOR.
Türkiye'nin ilk "Pen Shop"u ‘’CALLiGRANE’’ açılıyor.
Türkiye'de bir ilk gerçekleşiyor. Ülkemizde son yıllarda büyük ilgi görmeye
başlayan mücevher değerindeki lüks kalemlerin artık bir mağazası olacak. 100 Euro
ila 40 Bin Euro’luk kalemlerin satılacağı mağazada ayrıca 60 bin euro ve 45 bin euro’luk kalemelerin de özel sipariş alınarak satılacağı Türkiye'nin ilk "Pen Shop"u Calligrane Buyaka AVM'de açılıyor.
Dünyanın en önde gelen kalem markaları ‘’Calligrane The Pen Shop" mağazasında toplanıyor. Her biri sanat eseri ,her birinin hikayesi var.
Değerli materyellerle süslü sanat eseri kalemlerin yanı sıra her bir kalem aynı zamanda bir sanat, arkeoloji, felsefe, matematik, edebiyat ve tarih hikâyesini anlatıyor.
MÜCEVHER DEĞERİNDE KALEMLER…
Sadece bir yazı yazma gereci olmaktan çıkıp;iş adamlarının, sanatçıların, spor camiasının , devlet adamlarının ,yazarların ve ünlü simaların vazgeçilmez bir aksesuarı haline gelen değerli kalemler 100 Euro ‘dan 40 BİN Euro fiyat aralığında satışa sunulacak.
Gümüş ve altın kaplama, pırlanta ve elmasla süslü ve sınırlı sayıda üretilmiş özel koleksiyon kalemlerin de yer alacağı Calligrane bu özelliğiyle bir "Kalem Kuyumcusu" olarak da adlandırılabilir.
İş adamlarının, sanatçıların, politikacıların, koleksiyonerlerin, yazmayı ve kalemi seven sadece yazı gerece olarak görmeyen herkesin ilgisini çeken ve tüm dünyada bir prestij sembolü olan, önde gelen markaları Türkiye’nin ilk "Pen Shop"u Calligrane‘da bulabileceksiniz.
Dünya kalem koleksiyonerlerinin yakından tanıdığı bu markalar son yıllarda Türkiye'de de satışa sunuldu ve meraklıları tarafından ilgiyle karşılandı. Ülkemizde lüks yazım gereçlerine duyulan büyük ilgi bir ihtiyacı da ortaya çıkardı.
Şimdiye kadar lüks aksesuarlarla birlikte seçkin satış noktalarında bulunabilen dünya markalarını, bir araya toplamayı amaçlayarak kurulan ‘’Calligrane The Pen Shop’’ ülkemizdeki lüks yazım gereçlerine olan ihtiyacı da böylelikle alıcısıyla buluşturarak talebi karşılayacak.
‘’Caligran The Pen Shop ‘’ ayrıca kurumsal ihtiyaçların da karşılanacağı adres olmayı hedef haline getirerek tüm kurumsal çözümlerde farklı alternatifler sunarak müşteri memnuniyetine arz ediyor.
Türkiye’nin ilk Pen Shop’u Calligrane‘ın sunduğu yine çok özel bir hizmet ile secure SSL güvenlikli bağlantı ile www.calligrane.com ‘dan da rahatlıkla alışverişlerini yapma olanağı sağlayacak.
Amerika ve Avrupa'da birçok örneği olan "Pen Shop"ların ilk örneği ART GROUP bünyesinde Buyaka AVM'de açılıyor. ‘’Calligrane The Pen Shop‘’isimli mağazada; dünyanın en seçkin kalem markalarının, en özel ürünlerinin yanı sıra mürekkepten, kalem ucuna, özel kalem kutularına kadar kalemle ilgili her türlü aksesuar ve ekipman da meraklılarına servis edilecek. ‘’Calligrane ‘’ayrıca koleksiyonlere garantili kalem servisi hizmeti de verecek.
PROĞRAM :
TARİH : 04-10-2012 ( PERŞEMBE )
AÇILIŞ ve BASIN LANSMANI : 10:30 -13:00
YER : BUYAKA AVM .KAT B-2 NO:33 KAT – TEPE ÜSTÜ –ÜMRANİYE –İSTANBUL"

19 Eylül 2012

Okuma Notları 5


1. BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun şairliği ile ressamlığı sürekli karşılaştırılırmış bir zamanlar. İlginç olan bu konudaki tartışmaya kendisinin de dahil olmasıdır. Bedri Rahmi Eyüboğlu bir yazısında kendi durumunu şöyle yorumluyor: 

Bedri Rahmi Eyuboğlu (1911, Görele - 21 Eylül 1975, İstanbul)
“Bir elinde dolmakalem, öteki elinde fırça ile dolaştığı için elleri daima boya içerisindedir. Resimden yorulunca yazı yazmaya başlar. Kendini ressamlara sorarsanız: ‘Ressamlığı şöyle böyle, ama iyi şiir yazar’, derler. Muharrirlere sorarsanız: ‘Muharrirliği şöyle böyle, fakat iyi resim yapar’, derler. El Greco’ya, Rus romanlarına, pastırmaya ve halk türkülerine bayılır. Gündüzleri resim yaptığı, geceleri yazı yazdığı söylenir. Bunlardan hangisini daha çok sevdiğini kestirmek güçtür.”
(Radikal Kitap, 17.04.2009, s.30)

2. HASAN ALİ TOPTAŞ 
Hasan Ali Toptaş (d.1958)
Yazı yazma konusunda çeşitli hassasiyetlere sahip, hastası olduğumuz usta yazar Hasan Ali Toptaş, kitaplarını dolmakalemle, yere yüzükoyun yatarak yazıyormuş (sadece bu yazma tarzı dahi onu sevme nedenidir).

Kendi yorumuna göre diğer yazı yazma takıntıları ise şöyle:
"Mükemmeliyetçilik bir hastalık. Müsveddelerimi el yazısıyla, siyah mürekkepli dolmakalemle, beyaz kağıda yazıyorum. Sayfanın sonunda bir sözcük karalamışsam o sayfayı yeniden yazıyorum."  
(Ekşi Sözlük + Hürriyet Cumartesi, 19.02.2000)

3. YEKTA KOPAN

"Hiçbir gösterişi olmayan, ucuz tükenmez kalemi elimde çevirip duruyorum. Aslında yazacağım kalemin bir albenisinin olmasını isterim. Yanımdan genelde ayırmadığım dolmakalemime bağlılığım bu yüzdendir. Tasarımdaki incelik, ele oturuşuyla verdiği özgüven, haznesinden yavaşça akan mürekkebin kağıda büyüleyici bir şekilde yayılması... Ama şu anda elimde az önce havaalanının girişindeki ıvır zıvır satan dükkândan aldığım sıradan bir tükenmez kalem mi?" 
Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri, Yekta Kopan

4. GEORGES SIMENON


Georges Simenon (d. 13 Şubat 1903 - ö. 4 Eylül 1989)

Kendi özgü polisiye romanların ünlü yazarı Georges Simenon, çoğunlukla önce dolmakalem, ardından daktilo kullanmasına rağmen masasının üzerinde bulundurduğu bir kalemlikte çok sayıda sivri yontulmuş kurşun kalemler sıralanmadıkça tek satır yazamazmış.

5. JEAN-LUC GODARD
Jean-Luc Godard (d.1930)
'Serseri Aşıklar' ve 'Çılgın Pierrot' gibi unutulmaz filmlerle sinema tarihine geçen Jean-Luc Godard, yazılarını halen daktiloda yazan bir yönetmen. Daktilo ve yan malzeme üretiminin kalkmasından önce stok yapmaya karar vermiş. 2001 yılında korkuya kapılıp 12 daktilo ve hatırı sayılır miktarda şerit satın almış. 

6. JOSEPH CONRAD

Joseph Conrad'ın (1857-1924) bir mektubu. Hızını alamayıp kelimeler arasında köprü kurmuş.

Joseph Conrad’ın deniz hakkındaki kitapları o kadar çok ve unutulmazdır ki, onu her zaman bir yelkenlide düşünür, yaşamının son otuz yılını karada, son derece yerleşik ve durağan geçirdiğini aklımıza bile getirmeyiz. Gerçekte iyi bir denizci olmasına karşın yolculuk etmekten nefret eder, hiçbir şey onu çalışma odasına kapanıp da anlatılamaz zorluklarla yazmak ya da en yakın dostlarıyla sohbet etmek kadar rahatlatamazdı. Söylenenlere göre her zaman bu iş için tasarlanmış odalarda çalışmazmış. Yaşamının sonuna doğru, Kent’teki evinin bahçesinin en ücra köşelerine saklanarak kağıt parçalarına bir şeyler karalarmış, hatta bir keresinde ailesine hiçbir açıklamada bulunmadan tam bir hafta kendini banyoya kilitler ve bu mekânın son derece kısıtlı kullanım olanaklarının tadını çıkartır. (İhsan Yılmaz, Hürriyet Keyif, 13.07.2008)

7. CHARLES DICKENS

Charles Dickens (7 Şubat 1812 – 9 Haziran 1870)
Charles Dickens, yazma konusunda hastalık derecesinde takıntılı biriymiş. Masa ve sandalyelerin istediği şekilde düzenlenmediği bir odada yazı yazamıyormuş. Mavi renkli kağıtlara yine mavi tonlardaki mürekkep ile yazmayı severmiş -elbette kaz tüyü kalemi ile. Ayrıca yazarın daha önce görmüş olduğu herhangi bir odadaki herhangi bir mobilyanın veya yürüdüğü bir yoldaki dükkanların tam yerini ve adını aradan yıllar geçse de hatırlayabilecek kadar güçlü bir hafızası varmış. Son bir bilgi: Charles Dickens uğur getirmesi için her şeye üç defa dokunurmuş. 

8. Honoré de Balzac

Balzac'ın çalışma masası.
Honoré de Balzac, iflah olmaz bir Türk kahvesi müptelasıymış. Hayatı boyunca 91 tane roman yazan ünlü yazarın toplamda 50 bin fincan Türk kahvesi içmiş olduğu tahmin ediliyor. Balzac'ın bir başka alışkanlığı ise, her gün mutlaka belirli miktarda yazı yazmayı kendine şart koşması. Bir tempo belirleyip bu belirlediği sayfa sayısına ulaşmadan masasından kalkmıyormuş. Hatta amaçladığı sayfa sayısına ulaşamadığında, o sayıya ulaşabilmek için, kalan sayfaları kopya ederek dolduruyormuş!

Diğer kaynaklar ve okuma önerileri:  

http://bookaroundthecorner.wordpress.com/
http://www.edebiyathaber.net/yazarlarin-takintilari/
http://writersatwork.pfauth.com/